24 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır16°C
  • Ankara2°C
  • İzmir9°C
  • Berlin8°C

PKK İÇİN GERİ ÇEKİLME VAKTİ

Orhan Miroğlu

16 Haziran 2014 Pazartesi 05:10

IŞİD’e karşı ‘Kürdistan’ın çıkarlarını Hewlêr hükümetiyle beraber savunmaya hazır olduğunu söyleyen KCK, geçmişte aldığı bazı kararlarını yeniden gözden geçirmek ve yeni bir tutum belirlemek zorunda kalacaktır.

Çözüm sürecinin başlarında KCK’nın aldığı kararların, acaba hangisi hayata geçirilebildi, hangisi PKK’ye ve çözüm sürecine zarar verdi ve hangisinin artık bir kıymeti harbiyesi kalmadı, kısaca bakalım:

Suriye’de demokratik özerklik ilanı: Bu karar hayata geçirildi ve Rojava’da PYD’nin kontrol ettiği bir alan oluştu. PYD’nin egemen olduğu bu alanda diğer Kürt gruplarının bugün esemesi okunmuyor. Çoğu Rojava’yı terk edip Erbil’e sığınmak zorunda kaldı. Ama geçen hafta El Parti-Suriye KDP’si önemli bir karar aldı. Buna göre parti yöneticilerinin bir kısmı Rojava’ya geri dönecek. PYD’ye düşen bu dönüşü memnuniyetle karşılaması ve mümkünse kolaylaştırmasıdır.

İran’da ateşkesin devam etmesi: Bu ateşkes hala sürüyor. PJAK, İran’da savaşı durdurdu. Mevcut konjonktür zaten birkaç cephede birden mücadele etmeyi mümkün kılmıyor. Ayrıca, İranlılarla PKK arasında bugün de hatırı sayılır bir diyalog mekanizması olduğu bilgisi var.

KCK’nın benimsediği ön önemli politika ise çözüm süreci bağlamında ve ‘ikinci aşamada atılacak adımlar’ diye sözü edilen adımları atmaya hükümeti zorlamak için, kitlesel eylemlere başvurulması idi. KCK bu kararı hayata geçirirken, meşru ve demokratik kitlesel eylemler yerine, maalesef provokasyona açık eylemleri tercih etti. Lice adeta sürekli provokasyon alanına, bir çeşit Kürt Gezi alanına dönüştü. Oysa PKK/BDP’den halkın beklediği, yol kesmek, çocuk yaştaki insanlara kimlik kontrolü yaptırmak, HÜDA-PAR’a saldırmak, direkten bayrak indirmeye yol açacak provokasyonlara zemin hazırlamak değildi.

Bu eylemler, sanılanın aksine, hükümete adım attırmak bir yana, ‘Erdoğan ve Öcalan Kürt sorununu çözemez’ diye hezeyan içinde bağırıp duranların ekmeğine yağ sürdü. Bu gerçeği Öcalan İmralı’dan görebiliyor, ama KCK yöneticileri maalesef yeteri kadar göremiyor. Göremedikleri için, Lice olaylarını bir başarı gibi sundular ve ‘gördünüz işte, hükümet mecbur kaldı, Öcalan’ın ayağına gitti’ yollu açıklamalar yaptılar. Kürt sorunu ve çözüm süreci konusunda sağlam kanaatlere sahip hiç kimse, hükümetin bu konudaki tutumunu, bir mecburiyetin, bir acizliğin sonucu olarak görmüyor.

Kimse kimseyi, istemediği bir barışa zorlayamaz.

Ne hükümet Öcalan’a mecbur ne Öcalan hükümete. Ortada bir çözüm iradesi var ve bu iradeye hem hükümet hem Öcalan sahip çıkıyor. Çözüm sürecine sahiplenmeyi bir tarafın eylem veya operasyonel gücüne bağlamak çok yanlış olur ve bu en çok da Kürt tarafının talep ettiği güvenin oluşmasına mani olur. Neyse ki, bayrak provokasyonunu, Öcalan’ın kendisine karşı gerçekleşen bir provokasyon olduğunu açıklamasını en çok KCK’yı yönetenler dikkate almış olmalılar ki, Lice eylemleri benzeri eylemleri durdurduklarını ilan ettiler. Bu, çözüm sürecinin ilerlemesi bakımından son derece önemli ve hayırlı bir gelişmedir.

Kürt milliyetçilerinin ve devrimcilerinin Kürdistan’ın kalbi diye bildikleri Kerkük, IŞİD kuşatması altındayken, fazladan birkaç karakol yapımına karşı çıkmak, bunun için halkı siperlere sürmek akıl karı değildi zaten. O karakolların bir zamanlar sebep olduğu hafızayı bilmeyenlerden değilim.

Ama şu bir gerçek ki, karakollardaki işleyiş ve yeni anlayış, bugün Sırrı Sakık’ı da DTK Genel sekreteri Seydi Fırat’ı da misafir etmeye, karakol bahçesinde askerlerle çay içmeye çok müsait bir anlayıştır.

***

KCK’nın çözüm sürecinin başlarında aldığı kararların dördüncüsü ise Erbil yönetimiyle ilgiliydi. Buna göre KCK, ‘Erbil yönetiminin alternatifsiz olmadığını gösteren’ siyasi çalışmalara yönelecek ve seçimlere hazırlanacaktı. Bu politika gerçekçi değildi. Son iki yıl itibariyle KDP ve PKK/PYD arasındaki anlaşmazlıklar azalacağına daha da büyüdü. Kürdistan’da seçimler, PKK’nin istediği sonucu vermedi. PÇDK Kürdistan parlamentosuna vekil sokmayı başaramadı ve çok küçük bir oy aldı. Bu da gösteriyor ki Kürdistan halkı PKK’ye karşı değil, ama onu en azından şimdilik ‘misafir’ bir örgüt gibi, bir gün ait olduğu topraklara-Türkiye’ye -geri dönecek bir misafir örgüt gibi görüyor. Gelecekte, Erbil siyasetini belirleyecek bir siyasi aktör gibi değil.

Son söz olarak:

Tam zamanı, PKK, geçen yıl, ertelediği ya da savsakladığı geri çekilmeleri bu yaz sona erdirmeli ve Türkiye’ye karşı sürdürdüğü savaşı ebediyen durdurduğunu ilan etmelidir. Irak ve Suriye’de meydana gelen gelişmeler, Türkiye’de yaşadığımız savaş tecrübesi ve Öcalan’ın siyasi iradesi, bunu emrediyor.

Kendi payıma, son yılları hep Türk-Kürt yeni tarihsel ittifakı çerçevesinde anlamaya çalıştım. Türk-Kürt siyasi ilişkilerinde şiddete yer olmadığını yazıp durdum. Bu ittifakı göremeyenlerin ve bütün Ortadoğu’da Kürt nüfusun yüzü Ankara ve İstanbul’a dönmüşken, Kürt-Şii İttifakı peşinde koşanların yanılacağını defalarca yazdım. Kusura bakmaz ve bir böbürlenme gibi, görmeyecekseniz, tarihin ve her yeni gelişmenin, bu fikirleri her geçen gün doğruladığını görmekten mutluluk duyduğumu ifade etmek isterim.

Merak etmeyin, geri çekilmeleri durdurmaya bu defa, ne yaşlı İttihatçıların dağlara yollanıp Kürt gerillaların önünü kesmesi durdurabilir, ne de ‘solcu’ kızıl milyarderlerin Öcalan’a yolladığı selamlar..

Yeter ki, Öcalan, ‘selamınız baş göz üstüne de, şu PKK’yi artık rahat bırakın, Erdoğan’la savaş bizim savaşımız değil’ diyebilsin, kibarca ve dostça..

Bakın o zaman iklim nasıl bir anda değişir, Akdeniz olur..

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.