21 Kasım 2024
  • İstanbul9°C
  • Diyarbakır13°C
  • Ankara14°C
  • İzmir20°C
  • Berlin3°C

PEKİ, YA SONRA?

Mesud Tek

06 Ocak 2014 Pazartesi 00:18

Rüşvet ve yolsuzluk nedeniyle yaşanan son meydan muharebesi, sadece dünün kankası, can ciğer kuzu sarması güçlerin devlete hakim olma mücadelesi değil.

Başbakan Erdoğan’ın iddia ettiği gibi, “Yeni Türkiye karşıtlarının”, “Türkiye’nin büyüyüp gelişmesini istemeyenler ve onların yerli işbirlikçilerinin komplosu”, “faiz lobilerinin” AK Parti hükümetine yönelik planlı ve programlı saldırısına karşı hükümetin başlattığı “ikinci istiklal savaşı” hiç değil. 

Beklendiği gibi taraflar ve medyadaki hınk deyicileri bu kavgada kendine yonttular. Kendilerini sütten çıkan ak kaşık gibi gösterip karşı tarafa demediklerini bırakmadılar. 

Kuşkusuz, toplumun tüm kesimlerini ilgilendirse, etkilese de, çatışma asıl olarak Hizmet Hareketi ve AK Parti Hükümeti arasında yaşanıyor. 

Her iki taraf da konuya kendi penceresinden bakıyorlar ve olayın sadece bir yönünü görüyor ve ön plana çıkartıyorlar.

Bir başka ifade ile taraflardan birisi, kendini haklı çıkartmak amacıyla bir şeyler söylerken ya da girişimde bulunurken istemeden de olsa, TC devletinin bir yönünün bilince çıkmasına yardımcı oluyorlar.

Örneğin, demokrat, sol ve sosyalist çevreler yıllarca rüşvet ve yolsuzluğun TC devlet sisteminin ana parçalarından birisi olduğunu söylediler. 

Asıl görevi adeleti sağlamak olan yargının, sistemin bekasını bu görevinin önünde tuttuğunu, tekçi devlet sisteminin hizmetinde olduğunu, generallerin siyasete yön ve biçim verme işinde en büyük desteği yargıdan gördüğünü söyleyenlerin dilinde tüy bitti.

Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesinin tam anlamıyla işlemediğini, kağıt üzerinde kaldığını, siyasal iktidarların karşıtlarını etkisiz hale getirmek amacıyla yargıyı bir araç olarak kullandıklarını söyleyenleri, çok değil bundan 7-8 yıl önce hapse atıyorlardı. Bugün hapse atılmasalar bile en azından fişleniyorlar... 

Bugün son meydan muharabesi nedeniyle TV devletinin yukarıda altını çizdiğim nitelikleri, çok daha geniş bir kesim tarafından kabul görüyor, daha bir bilince çıkmış durumda. Ve bunun, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından bir kazanım olduğunu düşünüyorum. 

Kanımca Türkiye’nin siyasi gündemini kilitleyen son rüşvet ve yolsuzlukla ilgili gelişmeler ve olası sonuçlarına ilişkin söylenmeyen bir şey kalmadı. 

Konunun Kürd sorunu ve Kürdler ile ilişkisi de sık sık gündeme geliyor. 

Türkiye’nin temel sorunlarından biri olan, varlığı ile öteki sorunları etkilediği gibi onlardan etkilenen Kürd sorununun, son meydan muharebesinden de etkilenmemesi ve onu etkilememesi düşünülemez. 

TC Başbakanı Erdoğan sık sık hükümetine karşı başlatılan saldırıların hedeflerinden birisinin de “barış süreci” olduğunu söylüyor. 

Aralarında Kürd dostu olduğundan kuşku duyulmayanların da bulunduğu bazı kişiler de, Kürdlerin Gezi’den sonra bir kez daha demokrasiye katkı sunma şerefine nail olma fırsatını bu süreçte kaçırmakta olduğunu düşünüyorlar. 

AK Parti hükümeti gitsin de isterse dünya alt üst olsun diye düşünenler, Kürdlerin son meydan muharebesine yönelik ihtiyatlı tavrını, AK Parti destekciliği olarak görüyorlar. Kürdlerin gözü kapalı AK Parti hükümetine dalmasını istiyorlar, bazen de eleştiri sınırlarını aşan, hakaretamiz belirlemelerde bulunuyorlar. 

Kuşkusuz, Türkiye’de demokratikleşme sürecinin öncüsü olmasa da en güçlü dinamiği Kürd özgürlük hareketidir. Kürdistan özgürlük hareketi ile Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi arasında kopmaz bağlar var ve istenilir olan, uğruna çaba sarfedilmesi gereken her iki sürecin uyumu sağlamaktır. 

Ama aynı zamanda Kürdlerin, demokratikleşmeye katkı sunacağı ileri sürülen her gelişmeye karşı tavır alırlarken, “ya sonrası” diye sorma hakları da var. 

Örneğin, Kürdleri son süreç nedeniyle AK Parti hükümetine karşı savaşa davet edenlerin, Kürdlerin “ya sonrası” sorusuna verecekleri derli toplu bir cevapları var mı? 

Bence yok. 

Elbette “hele bir AK Parti Hükümeti gitsin, gerisi Allah kerim” demek mümkün. 

Ama Kürdler böylesi bir lükse sahip değiller.

Çünkü Kürdler, geçmişte bu soruyu sormadıkları için büyük zorluklarla karşı karşıya kaldılar. 

2012 yılında, aynı zamanda Kürdistan Parlamentosu eski başkanı ve YNK Polit Büro üyesi Adnan Müftü’nün amcası ve Güney Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin önemli kadrolarından biri olan, Eylül Devrimi’nde Mela Mustafa’nın yakın çalışma arkadaşları arasında bulunan Şemseddin Müftü’nün ölümünün 40. günü nedeniyle, Hewlêr’de bir anma toplantısı düzenlendi. Toplantıya katılan Mam Celal Talabani yaptığı konuşmada, bu konuya ilişkin önemli bir belirlemede bulundu. 

Sayın Talabani konuşmasında Eylül devrimi başlamadan önce Mela Mustafa Barzani ile yaptıkları bir görüşmeyi, tarihe not düşmek adına anlattı. 

Polit Büro üyeleri Mela Mustafa Barzani’yi ziyaret ettiklerini, başkan Barzani’den General Abdulkerim Kasım hükümetine karşı silahlı mücadele de dahil daha sert bir biçimde mücadele edilmesini istediklerini anlatan Talabani, “Başkan Barzani, ya sonrası diye sordu. Abdulkerim Kasım hükümetinin o andaki alternatifinin ondan daha iyi olmadığını söyledi. Ve tarih Mela mustafa Barzani’yi doğruladı” dedi. 

Değişim ve demokrasi güçlerinin her toplumsal gelişme karşısındaki tavırlarını belirlerken “ya sonrası” sorusuna da cevap araması gerekir. Özellikle Kürdistan özgürlük mücadelesinin başarısı için kıldan ince kılıçtan keskin olan Sırat Köprüsü’nden geçmesi gereken biz Kürdlerin bu soruyu akıldan çıkarmamız gerekiyor. 

Elbette son “meydan muhaberesi” Kürdleri ilgilendirmez, MİT-İmralı diyaloğunu başlatan AK Parti hükümetini zora sokmamak adına, hükümetin yargıya açık müdahalesini görmezden gelelim, Hasan Cemal’in değimi ile “pisliğin üzerine oturalım” demiyorum. 

Kürdler yaşananların TC devlet sisteminin sonucu olduğunun, köklü çözümün demokratikleşmeden, AB kriterlerinin eksiksiz, amasız uygulamasından geçtiğinin bilincindeler.

Bu nedenle ilk elden AK Parti hükümetinden ucu kime dokunursa dokunsun yolsuzlukların üzerine gitmesini istiyorlar. Ama bir yandan da MİT-İmralı diyaloğu gibi cesaret isteyen bir süreci başlatan AK Parti Hükümeti’nden daha reformcu bir alternatifin olmadığını da da biliyorlar. Bir başka ifade ile “ya sonrası” sorusunun cevabı konusunda kafa yoruyorlar. 

Tarihsel süreç ve deneyimlerin gösterdiği gibi, Ortadoğu’da halkların özgürlük mücadelesi ile bölgenin demokratikleşmesi süreci ne yazık ki bir her zaman bir uyum içinde yürümüyor.

Gerekli olan bu uyumu sağlamak ise bir hayli zor, ama mümkün. 

Ortadoğu’da kararlı ve ilkeli bir politika tutturup yürütmek, zor zenaat doğrusu. 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.