PEKİ, ŞİMDİ BİZ...
Tuncer Köseoğlu
05 Ekim 2012 Cuma 06:18
Oraya çıkma, diye bağırdı yaşlı adam. Mayın var. Çocuk gülümsedi çıkmaya başladı. En yüksek tepeye varınca alıcının sesini açtı. “İşte bu! Artık televizyon seyredebileceğiz” diye sevinç içinde bağırdı. Anteni tepeye yerleştirdikten sonra tepeden indiler. Savaş nedeniyle yıllardır televizyon seyredilmiyordu kasabada. Zaten elde bir tek televizyon kalmıştı. O da kasabanın valisinin eşindeydi. Dolapların üzerinde bulunan televizyonu aldılar. Kasaba meydanında toplandı ahali, yaşlısı genci. Hıristiyan’ı, Müslüman’ı biraraya gelip televizyonun karşısına kuruldular. Televizyon şölenine kasabanın kilisesinin pederiyle, camisinin imamı da gelmişti. Vali günün anlam ve önemine binaen dokunaklı kısa bir konuşma yaptı ve bastı televizyonun düğmesine.
Önce bir cızırtı, sonra televizyonun kayan ekranında Arapça söyleyen kadın şarkıcıyı dinlediler. Kaygılıydı kasabanın Hıristiyan ve Müslüman kadınları, sürüp giden iç savaş her an kasabalarına ulaşabilirdi. Evlat acısını en çok onlar çekmişlerdi bu savaşta. Artık huzur bulmak istiyorlardı. Korkulan oldu, kasabanın camisine keçiler girdi bir sabah. Müslüman erkekler bunu Hıristiyanlardan bilip kasaba meydanındaki melek heykelini kırdılar. Ertesi gün kilisede vaftiz ayini vardı, peder “kutsal su” sürdü Hıristiyanların alınlarına. Kilisenin dışına çıktıklarında hepsinin alnında kan vardı. Bunu Müslümanlardan bildiler. Müslüman çocukların üzerine yürüdü birisi. Hepsi kaçtı, geriye mayına bastığı için sakat kalan ve koltuk değnekleriyle yürüyen küçük çocuk kaldı. Onu tartaklamaya başladı, araya girdi kadınlar, aldılar çocuğu elinden.
Kısa bir huzurdan sonra kasabalarında yine savaş rüzgârları esiyordu. Yaşanan onca acıdan sonra kadınlar artık ölü istemiyordu. Gidecek başka bir yerleri de yoktu. Birlikte mücadele başlattılar, erkeklerin birbirlerini boğazlama isteğine karşı. Peder ve imam da birarada yaşamayı savunarak kadınlardan yana tavır aldı. Erkekler savaş baltalarını karşılıklı topraktan çıkarmaya başlayınca kadınlar, önce gazete ilanında gördükleri Ukraynalı bir revü grubunu kasabalarına getirdiler. Gelen aracın motorunu patlattılar. Böylece bir süre kalacaktı kasabada kadınlar. Kasabanın Hıristiyan ve Müslüman gençleri arasına her an patlayacak çatışma bir anda kadınlara yöneldi. Müslüman ve Hıristiyanların evlerinde kalan Ukraynalı güzel revü yıldızları bir süreliğine de olsa savaş isteyen gençlerin aklını almıştı. Kadınlar bununla yetinmedi, Ukraynalı kızlardan birini casus olarak Müslüman gençlerin arasına gönderip silahların gömülü olduğu yerini öğrenip, başka bir yere gömdüler. Kasabada 15 yaşlarında iki çocuk kasabaya kasalı motorla gidip geliyordu dağ yolunu kullanarak. Bu gidişlerden birinde çocuk vuruldu. Gece karanlığında küçük oğlunun cansız bedeniyle karşılaşan anne, çocuğuna bir sal yaptı kuyuya bıraktı... Öğrenilirse çocuğun vurulduğu savaş kaçınılmazdı. Peder ve imam biraraya geldi yine. Biri camiden diğeri kiliseden toplantı çağrısı yaptı. Bu sırada kadınlar boş durmayıp uyuşturucu haplardan kekler yaptılar köyün erkeklerine. Ukraynalı revü yıldızları gösteri yapmaya başladı. İyice gevşedi köyün erkekleri. Birbirlerine öfkeyle bakan Müslüman ve Hıristiyan erkekler birlikte geçirdikleri çocukluklarından bahsedip birbirlerine sarıldılar. Oğlu ölen kadın “Siz savaşırsanız, bizim gidecek bir yerimiz yok. Peki, biz nereye gidelim” diye haykırdı... Ertesi sabah çıkarıldı kuyudan genç erkeğin cesedi, yıkandı paklandı. Tabutunu Müslüman ve Hıristiyan erkekler omuzladı...
Uzun zamandır elimin altında olan Lübnanlı Yönetmen Nadine Labaki’nin Peki Şimdi Nereye filmini geçen gece izledim. Her karesi ülkemizde yaşanan savaşı anımsattı bana. Erkeklerin öfkesini ve yüreği her ölümde dağlanan, parçalanan anaları düşündüm. Savaşı erkekler başlattı, erkekler karar verdi, pekâlâ kadınlar bitirebilirdi. Ki ölümlerin asıl acısı onları vuruyordu. Filmin yönetmeni Nadine, barışın sadece kadınlar tarafından getirilebileceğinin bir fantezi olduğuna dikkat çekerek, “Savaş en üst düzey bir aptallık; kendimizi bir hiç uğruna ya da kendi hayatlarımızdan daha anlamlı gördüğümüz değerlere adadığımız en büyük kötülük” diyordu kendisiyle yapılan söyleşide. Nadine’nin söylediklerine hak vermeyecek biri var mıdır bilmiyorum. Öyle ya da böyle bu ülkede yaşanan savaşta ölen genç çocukların ardından ağıt yakan kadınların gidecek başka bir yeri yoktu. Tıpkı filmdeki kadınların gidecek yerleri olmadıkları gibi.
Dün Meclis’te çoğunluğu erkek olan vekiller sınırötesi tezkere izni aldı. Keşke oturumda hiç konuşmayıp, bu filmi izleselerdi toplu hâlde. İzleselerdi ve yürekleri her ölümde acıyla yanan anaların yüreklerine kulak verselerdi. Savaşı denedik olmadı. Kadınların üzerinden barışı denesek... Hem 2071’e ne kaldı, o yıl geldiğinde hep birlikte bu toprakların insanları olarak halay çeker, horona dururuz. Türkülerimiz, zılgıtlarımız yayılır gökyüzüne...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.