PEKİ NİYE?
Ahmet Altan-
17 Şubat 2012 Cuma 00:49
Şu anda dünyada en zor iş ne?
Her yanı saran ekonomik krizin dalgalarından kurtulmak, ekonomiyi sağlam götürmek.
Almanya dışında neredeyse bütün Avrupa sallanırken, ülkeler ciddi sorunlarla boğuşurken, Yunanistan batmanın eşiğine gelmişken bu zor işi başaran ülke hangisi?
Türkiye.
Bütçesi sağlam, yeryüzünde konjonktürel işsizlik dörtnala giderken işsizliği azaltıyor, büyümesini sürdürüyor, enflasyon her şeye rağmen kontrol altında, yatırımlar kesintisiz sürüyor...
Geleneksel sorun olan “tasarruf oranlarını” arttıramıyor, cari açık rekorlar kırıyor ama bu sorunlar da dışarıdan bulunan paralarla çözülüyor.
Yeryüzü kan ağlarken, ülkeler batarken Türkiye’nin bu büyük ekonomik başarısıyla kendini huzurlu, rahat ve güvenli hissetmesi gerekmez mi?
Gerekir ama öyle hissetmiyoruz.
Ekonomisi taş gibi sağlam gözüken ülke dört bir yanından su alıyor.
Her gün yeni bir skandal patlıyor.
Niye?
Neden futbolundan ihalesine, polisinden MİT’ine, yargısından siyasetine, ordusundan medyasına kadar her yanda sorun var?
Niye her şey karanlık ve kirli gözüküyor?
Demek ki bu ülkenin “parayla” çözülemeyen daha başka sorunları var.
Ekonomi bir ülkenin kalbidir, kalp iyi, sağlıklı bir şekilde kan pompalıyor ama başta beyin olmak üzere diğer organlar hastalıklı, ne kadar kan giderse gitsin doğru dürüst çalışmıyor.
Cumhuriyet, sakat doğmuş bir çocuk çünkü.
Atatürk’ün “tek adam, tek parti” tutkusu daha doğarken Cumhuriyet’i sakatlamış.
O, kendi “mutlak iktidarını” garantiye almak istiyordu, bunun için kurduğu sistemi de, “tek adamın” mutlak iktidarının “en iyi yönetim biçimi” olduğunu savunarak kurdu.
Cumhuriyet için “mutlak iktidarı” bir ideoloji haline getirdi.
“Mutlak bir iktidar” ancak bir adamın ya da küçük bir azınlığın elinde can bulur, iktidar sahipleri çoğaldıkça iktidarın “mutlak” olması zorlaşır.
Onun için Kürtler, dindarlar, solcular, demokratlar, liberaller iktidar alanının dışına itildi.
Buna karşı çıkanlar ağır biçimde cezalandırıldı.
Yöneten küçük bir azınlık, yönetilen büyük bir kalabalık vardı.
Bunun ideolojik açıklaması da, Kürtlerin, dindarların, solcuların, liberallerin, demokratların “devlet düşmanı” olduğu iddiası üzerine bina edildi.
AKP, bu sisteme ciddiyetle karşı çıkan ilk kitle partisi oldu, “küçük bir azınlığın mutlak iktidarına” karşı “herkesin iktidara ortak olduğu” demokrasiyi savundu.
İktidarı elinde tutan “azınlık” dışındaki büyük çoğunluk AKP’yi destekledi.
Referandumdaki yüzde elli sekizlik olağanüstü destek, “mutlak iktidara” sahip bu azınlık diktatörlüğüne karşı kitlelerin başkaldırısıydı aslında, AKP de bu başkaldırının siyasetteki önderliğini üstlendi.
Bu büyük başkaldırı, “azınlığı” iktidardan uzaklaştırdı, ondan sonraki adım, herkesin iktidarın ortağı olacağı köklü bir demokratik sistem kurmaktı.
İşte o noktada AKP durdu ve bir kurnazlığa saptı, boşalan iktidar alanını “sadece kendisi” doldurmak, “diğerlerini” gene iktidar alanının dışında bırakmak istedi.
Kavga da patladı.
Demokrasi koalisyonu parçalandı.
“Milliyetçi dindarlar” “milliyetçi Kürtlerle” karşı karşıya gelirken, sahipsiz duran iktidarın yol açtığı iştahla “milliyetçi dindarlar” da kendi aralarında kapıştılar, bu kavgalar devletin içine yansıdı, bir anda herkesin birbiriyle dövüştüğü bölük pörçük bir görüntü çıktı ortaya.
Ortada sahipsiz bir “mutlak iktidar” durduğu sürece bu kavgalar, dövüşler, yolsuzluklar bitmez.
Bir daha kimse “mutlak iktidar” olamaz bu ülkede çünkü “mutlak iktidarı” sağlayan “topla tüfeğin” bir daha siyasete girmesine ne dünya, ne Türkiye izin verir.
Bundan böyle “mutlak iktidar” için uğraşmak sadece “iktidarsızlığı” getirir ki şu anda yaşadığımız da zaten bu; “mutlak iktidara” sahip olduğunu sanan AKP yönetimi, bunun böyle olmadığını her gün biraz daha utanarak, biraz daha acı çekerek görüyor.
Siyasi iktidar şu ya da bu partinin olabilir ama “denetleme yetkisi” her ırktan, her dinden, her mezhepten, her görüşten insanlardan oluşan halkın elinde olacak.
AKP, iktidarı, Kürtlerle, “diğer dindarlarla”, solcularla, demokratlarla, liberallerle, Alevilerle, Kemalistlerle kısacası bütün bir halkla paylaşmadan, herkesi iktidar alanından uzaklaştırıp, “Cumhuriyet azınlığının” boşalttığı “mutlak iktidar” alanını tek başına doldurmaya kalkışırsa belalar gittikçe daha büyür.
Ekonomi ne kadar sağlam olursa olsun, bu ülke sağlam bir zemine oturmaz.
Türkiye gerçek bir demokrasiyi benimseyip, “mutlak iktidar” tutkusundan vazgeçerek bütün halkın iktidar sahibi olduğunu kabul edene kadar bu çalkantılar sürecek.
Bu gerçeği aklıyla kavrayamayan...
Çektiği acılarla kavrar sonunda.
Ama çok zaman kaybedilir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.