24 Kasım 2024
  • İstanbul3°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara0°C
  • İzmir7°C
  • Berlin3°C

PARİS, YENİ BİR BAŞLANGIÇ OLABİLİR

Bayram Bozyel

12 Ocak 2015 Pazartesi 12:42

7 Ocak 2014 tarihinde Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo'nun Paris'teki merkezine yapılan silahlı saldırıda, 8’i derginin yazar ve yöneticisi olmak üzere toplam 12 kişi hunharca katledildi. Saldırıda dikkat çeken bir nokta, katliamın tekbirler eşliğinde gerçekleştirilmesi ve cinayetin Allah adına işlendiği mesajının dünyaya verilmek istenmesi oldu.

Paris’te gerçekleştirilen kanlı katliam dünyada haklı bir öfke ve tepkiye yol açtı. Fransa devlet başkanı Hollande’nin çağrısıyla, Charlie Hebdo katliamı 11 Ocak Pazar günü Paris’te, milyonların katılımıyla gerçekleştirilen kitlesel bir yürüyüş/mitingle lanetlendi. Daha da önemlisi, 40 ‘tan fazla devlet başkanı ve lideri Paris’e giderek bu zor gününde Fransız devlet başkanı ile kol kola yürüdü, Fransız halkına sembolik ve siyasi destek sundu.

Paris yürüyüşü, bu türden bir katliama karşı gösterilen tepki bakımından bir ilk oldu. Katliamı gerçekleştirenlere ve onların arkasındaki güçlere bir kararlılık mesajı verildi.

Paris’te gerçekleştirilen katliam sadece Fransa’da değil, İslam ülkeleri dâhil olmak üzere dünyanın birçok yerinde yapılan kitlesel eylemlerle lanetlendi.

Normal koşullarda bu tür saldırıların ardından intikam yeminleri edilir, üst perdeden hamasi açıklamalar yapılır, teröristlerin ve onların arkasındaki odakların inlerine girilmesinden söz edilirdi.

Ama bu kez sağduyu ağır bastı. Fransa devlet başkanı Hollande, kendi halkını birleşmeye ve teröre karşı cesaretle durmaya çağırdı. Başka bir deyişle böyle bir saldırıya ilk gösterilen tepki askeri değil, sivil, demokratik ve kitlesel düzeyde oldu.

Bu birkaç açıdan yeni bir olumlu bir gelişme.

Öte yandan Paris katliamı ile El Kaide’nin Amerika’ya gerçekleştirdiği 11 Eylül saldırısı arasında paralellik kurma yönünde yaygın bir eğilim var. Oysa her iki saldırı arasında temel faklar söz konusu. 11 Eylül saldırısında esas olarak Amerikan devleti hedef alınmıştı. Saldırıda hedef alınan Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon, ABD devletinin finans ve askeri merkezi konumunda olan sembolik değeri yüksek noktalardı. Paris’te hedef alınan Charlie Hedbo dergisi ise devlet ile ilişkisi olmayan, aksine her türlü otorite ve statü sembollerine eleştirel tutum içinde, son tahlilde bir basın/düşünce kuruluşuydu.

11 Eylül saldırısının ardındaki asıl motif siyasiydi ve bu saldırıya verilen ilk tepki de siyasi oldu. 11 Eylül saldırısı, başta ABD de olmak üzere bütün dünyada büyük bir korku, içe kapanma ve siyasi anlamda otoriter bir sürece yol açtı. Güvenlik politikaları prim yaptı ve ilk yapılan iş, bu saldırıyla bağlantılı olduğu düşünülen Afganistan ve daha sonra Irak’a askeri müdahalede bulunmak oldu.

Paris’teki saldırının arkasında ise daha çok sosyal, kültürel ve dini motifler söz konusu. Paris’te ki saldırıya verilen tepkiler de daha sağlıklı, yapılan analizler gerçeğe daha yakın görünüyor.

11 Eylül saldırısına karşı ABD’nin geliştirdiği politika rasyonel değil, tepkiseldi. Geliştirilen söz konusu strateji, Batı ile İslam dünyası arasındaki derin sosyal, kültürel ve tarihsel fay hatlarını kapatmak yerine, onları daha derinleştirdi. Dönemin ABD başkanı Bush, dünyayı ‘bizden ve bizden olmayanlar’ şeklinde tanımlayarak, siyasi ve toplumsal kutuplaşmayı tam da terör yanlılarının arzuladığı bir biçimde hızlandırdı. Amerika, siyasi terör ve intihar saldırılarını besleyen zemini kurutmak için gerekli politikalar geliştirmek yerine, askeri çözüme odaklandı. Afganistan kısa bir sürede işgal edildi, ancak oradan çıkmak girildiği kadar kolay olmadı. Afganistan’da şiddet ve terörün kaynağı kurutulmadığı gibi, Pakistan ikinci bir Afganistan’a dönüştü. Irak’ta ise Saddam rejiminin devrilmesi ve Kürtlerin elde ettiği federe statü sayılmazsa, derin tarihsel ve mezhepsel uyuşmazlıklar su yüzüne çıktı, Sünni ve Şii çatışması alevlendi ve bu günkü IŞİD’i yeşerten sürece girildi. 

Paris’teki son kanlı saldırı sadece teröre, özel olarak da İslamcı teröre karşı haklı ve sağlıklı bir tepkiye yol açmakla kalmadı. Bu son olay, aynı zamanda dünya çapında yeni bir bilincin oluşumuna yol açabilir. İnsanlığın bu bağlamda yüz yüze bulunduğu sorunlar elbette bir başlıkta toplanacak kadar basit ve hafiflikte değil, tersine oldukça karmaşık bir yumak niteliğinde.

Dünyamızın en önemli sorunlarının başında, giderek çeşitlenen ve farklılaşan toplumlarda birada yaşamanın nirengi noktalarını oluşturmaktır. Özelikle de büyük bir göçmen/Müslüman nüfusa sahip Avrupa ülkeleri için bu temel bir sorun. Avrupa Birliği’nin bu alanda kaydettiği onca mesafeye rağmen; ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi gibi akımlar hala Avrupa’da barış ve istikrar için ciddi bir tehdit oluşturuyorlar.

Dünyamızın en sorunlu bölgelerinin başında ise hiç kuşkusuz İslam dünyası ile örtüşen Ortadoğu geliyor. Emperyalizmin sömürgeci uygulamaları, Birinci Dünya Savaşı galiplerinin bencil çıkarları Ortadoğu’yu salt coğrafi olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal olarak da parçaladı. Bölgenin sosyal, kültürel ve tarihsel dokusu tahrip edildi.  Sömürgeci ilişkiler; yapan devletler, siyasi birimler ve uydu liderlikler eliyle sürdürüldü. Demokrasiden, demokratik katılım süreçlerinden yoksun bölge ülkelerinde,  kitleler içe sinerek radikalleşti ve onlara kucak açan radikal yapıların peşine düştü.

Bu gün Ortadoğu’da temel sorun demokrasinin yokluğu, demokratik dinamiklerin zayıflığı ve böyle bir süreci kolaylaştıracak dış desteğin eksikliğidir. Diğer bir sorun ise İslam dünyasının geçmişiyle yüzleşmesi ve köklü bir reform ihtiyacıdır. Bunun da toplumun demokrasi deneyimiyle yakından ilgisi var. Bütün bunlar bir yanıyla tek tek ülkelerin iç sorunu, bir noktadan sonra ise bölgenin değişim ve dönüşüm sorunudur. Dünyanın geri kalanının soruna yaklaşımı, Ortadoğu’nun bir terör bataklığı olmaktan çıkartılmasında son derece önemlidir.

IŞİD terörünün Suriye ve Irak’ta ulaştığı boyut bütün dünya için bir alarm niteliğindedir. Öte yandan El Kaide’ye kıyasla, IŞİD’in Müslüman tabanı cezp etme yetenek ve imkânları daha geniş,  askeri ve nüfuz alanı daha da yaygındır. Daha şimdiden Suriye ve Irak gibi iki ülkenin önemli bir coğrafyasında kendi düzenini kurmuş bu terör devletinin ve onun nüfuzunun, önü alınamadığı takdirde bir virüs gibi daha geniş alanlara yayılması kaçınılmazdır.

Paris katliamının yol açtığı haklı öfke ve tepkiler bu açıdan bir başlangıca yol açabilir. Öncelikle insanlığa yönelen her türlü tehdit ve terörün doğru tanımlanmasına ihtiyaç var. Aynı şey -İslam dini ile hiçbir ilgisi olmadığı halde- radikal İslamcı terör tehdidi için geçerli. Bu yönde oluşacak doğru bir bilinç ve kamuoyu, hükümetleri daha sağlıklı politikalar geliştirmeye zorlayabilir.

Başta terör olmak üzere, küresel ölçekli sorunlarla, yalnızca geniş ve kapsamlı bir uluslararası mutabakatla baş edilebilir.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.