'PARALEL DEVLET, PARALEL DEVLET' İYİ DE RESMİ DEVLETİN HİÇ Mİ GÜNAHI YOK
Sinan Çiftyürek
17 Ocak 2014 Cuma 09:46
“17 Aralık Operasyonu ve Kürt Siyaseti” başlıklı bir yazıyla Kürdistan siyasetinin yaşanan çatışmada alması gereken tutuma ilişkin görüşlerimi belirtmiştim. Burada son bir haftadır yoğun gündemde bulunan ve rüşvet operasyonuyla da bağlantılı “paralel devlet” “darbe” ve “ …. lobiler” meselesi üzerinde duracağım. Elbette yine Türk siyasetindeki kavga, saflaşma, kamplaşma ve yeni yön arayışlarında Kürt siyasetinin pozisyonunu da ele alacağız.
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonları üzerinden açığa vuran Cemaat-AKP kavgasının arka planında birden fazla bölgesel ve siyasal mesele bulunduğunu adını verdiğim yazım başta olmak üzere kimi yazılarımda üzerinde durdum.
AKP-Cemaat kavgasının çok ötesinde bileşenleri bulunan yaşanan kriz sürecini, Erdoğan ve ekibi bir yandan yeniden yüzünü Orduya dönerek diğer yandan Kürt siyasetini de koltuk değneği yaparak aşmak istiyor. Dün ABD (Cemaati) ve AB’ni arkalayarak siyasette asker vesayetini kırmaya yöneldiler ve önemli bir mesafede katettiler. Bu süreçte ABD’nin esas hedefinde Avrasyacılığa yönelen yanı NATO ve Batı alternatifi olarak Şanghay ittifakını öne çıkaran Ordu yönetim kademesini yeniden Batı eksenine çekmek bulunurken; AB daha çok sivil siyaset üzerinde asker vesayetinin kırılmasında AKP’ye destek vermişti.
AKP ve müttefiki Cemaat’in hesapları ise, örtüşen yönlerinin yanı sıra, “hele önce Ordu’yu siyaset üzerinde baskısını kıralım sonra iç hesabımızı görürüz” şeklinde özetlenebilir.
Bugün baktığımızda Ordu Batı eksenine oturtuldu denilebilir ama bu kez esas AKP özellikle Erdoğan ve ekibinin milli Görüşçü Neo Osmanlılık hesapları, uzayan ve sonu gelmeyen AB tam üyelik randevusunun verilmemesiyle birleşince onlarda Avrasyacılık eğilimi boy verdi. Ki zaten 11 yıl hatta 15 yıl boyunca yapılan yolsuzlukların şimdi açığa vurulmasında esas tayın edici neden Erdoğan’ın Putin’e, “Şanghay ittifakına bizi alın” beyanıdır. ABD için dün Ordu’nun düştüğü konuma bugün AKP ve özelde de Erdoğan düşmüştü.
Kürt Siyaseti Ve Ulusal Azınlıklar
Bugün Anadolu ve Kürdistan’da Rum, Ermeni, Süryani gibi Gayrimüslim halklar için “azınlık halklar” diyoruz. Hepimiz biliyoruz ki azınlık dediklerimiz ya da azınlık konumuna düşürülenler dün aynı Anadolu ve Kürdistan’ın otokton (yerli) halkları arasındaydılar. Eğer onlar günümüzde yaşadıkları topraklarda azınlık hatta öyle ki numunelik yanı tamamıyla yok denilebilecek düzeye düşürüldülerse, bunun sorumlusunun; Türk İslam sentezine dayalı politikalarla, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında başlayan ve İttihat Terakki’den Kemalist Cumhuriyet uzanan süreçte uygulanan soykırım, sürgün ve katliamlardır. Çok özet olarak tablo budur.
Bir yandan PKK, BDP hattının Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi azınlık halklara dönük gerek Kuzey’de belediyeler üzerinden gerçekleştirdiği olumlu kimi icraatlarla demokratik bir yaklaşım sergilediler. Örneğin:
Diyarbakır Sur belediyesinin çok dilli eğitim çabaları; Ermeni, Süryani gibi Gayrimüslim halklara ait inanç merkezlerinin onarımı ve bakımıyla yeniden ibadethaneye açılması; Mardin’de Süryani temsilcisi Erol Dora’nın bağımsız vekil yapılması gibi sahiplenilecek demokratik adımların geliştirilmesi söz konusudur.
Diğer yandan ise, belirttiğim demokratik adımların tam tersine hatta o onları adeta sıfırlayan politik tutuk ve açıklamalar son bir yıl içerisinde peş peşe geldi gelmeye devam ediyor. Hem bu açıklamaları hem de son krize ilişkin söylenenleri birkaç alıntıyla özetlersek:
* “Misak-i Milliye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve ırak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkûm edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir ‘Milli Dayanışma ve barış konferansı’ temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya ve kararlaşmaya çağırıyorum” ya da; “Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.” (Öcalan 21 Mart 2013 Newroz’unda okunan mektuptan)
Derken Namık Durukan’ın Milliyetteki haberi geldi. Durukan haberine göre:
* “Öcalan: ‘Türkiye’de 3 koldan paralel devlet çalışması var.. Sıradan lobiler değil. ABD’de Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri stratejik ve taktik müdahale ediyorlar. Anadolu İslamlaştıktan sonra, bin yıllık bir Hıristiyanlık öfkesi var. Rum, Ermeni, Yahudi, Anadolu’da hak iddia eder. Laiklik, milliyetçilik kisvesinde elde ettiklerini kaybetmek istemiyorlar.
Kürtlerin devletten dışlanmaları son yüzyıldır. Abdülhamit bile onlara yer verdi. Mustafa Kemal de başta yer verdi. Devreye giren İsrail lobisi, Ermeni ve Rumlar, ‘Kürtler ne kadar dışlanırsa o kadar başarılı oluruz’ diyorlar. Bu paralel devlettir. Bin yıllık bir gelenektir” demesini haber kaynağı itibarıyla önemsemedik ancak bu haberi tamamlayan, doğrulayan açıklamalar gecikmeden geldi.
* KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’tan:
“Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme politika ve planlamaları içine Fetullahçıların merkezinde yer aldığı paralel devlet fazlasıyla girmiştir. Dolaysıyla bu katliamda da bunların esas rol oynaması en büyük olasılıktır… Zaten Önder Apo’da bir paralel devletin olduğunu sık sık vurgulamıştır” diyerek paralel devlet vurgusu yapsa da daha temkinli bir açıklama geldi. (ANF)
* Benzer açıklama KCK Eş Başkanı Bese Hozat’tan geldi. Hozat:
“İsrail lobisi, yine milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri paralel birer devlettir… Özel harp dairesi ve JİTEM gibi güçler paralel devletin vurucu güçleridir, şimdi buna resmi kimlikli emniyet, polis ve yargı güçleri de eklenmiştir. …. Asıl amacı, Türkiye’nin demokratikleşmesini engellemektir. ... Bunun için paralel devlet Türkiye’yi batıya bağımlı kılmak için Kürt sorununu sürekli canlı tutuyor, çözdürmüyor.”
“Türkiye’de resmi devlet bir şemadan, bir şekilden ibarettir, Türkiye’yi yöneten esas güç paralel devlettir. Türkiye’yi yöneten NATO’dur, NATO’nun kurduğu ve merkezinde Gülen cemaatinin yer aldığı yeni Gladyodur. Paris katliamını da bu güçler yaptı” diyor.
* Derken KCK Yürütme Konseyi üyesi Rıza Altun
“Bu gün Türkiye’de yaşanan kaosa baktığımız zaman devlet içerisinde Önderliğinde sık sık vurguladığı lobilerin var olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Ermeni lobisi, Yahudi lobisi, Rum lobisi vardır. Bu lobiler bizzat Türkiye de devlet içerisinde yuvalanmışlar. .. Bu lobiler Kürt sorunun bu şekliyle çözülmesini kendi politik çıkarları için çok uygun görmüyorlar… Rum-Türk çelişkisi, Ermeni-Türk çelişkisi, Yahudi-Türk ilişkileri ve çelişkilerden dolayı Türkiye de belli bir istikrarın gelişmesini istemezler”
Bütün Bunlar Ne Demek?
Birincisi; “paralel devlet” yok derin devlet var. Ayrıca derin devlet Türk devletine özgü de değildir, devletin olduğu her yer de hatta en burjuva demokratik devletin bile, görünmeyen yüzü olarak yanı resmen yapamayacağı işleri yaptıracağı kurum olarak derin devleti vardır. Bazen derin ile resmi devlet örtüşür, bazen resmi devlet derin devlete “sen yap ama ben görmedim” politikası izletir, bazen resmi devlette olduğu gibi derin olan farklı kanatların iç kavgasına sahne olur ve bazen de derin olan resmi olanın yerine geçmek için kontrol dışına çıkar. Bütün bu ve benzeri yapılanmalar vardır.
Ancak mesele Türk devletinin Kürdistan, Kürt meselesi olunca resmi devlet ile derin devletin örtüştüğü son 150 yıllık pratik deneyim kanıtladı. Dersim soykırımını kim yaptı? Mustafa Kemal’e rağmen mi yoksa devlet başkanı olarak bizzat başında bulunduğu bir harekâtla mı soykırım gerçekleştirildi. Açıktır ki Mustafa Kemal Dersim soykırımını başından sonuna kadar bizzat yönetendir.
Ayrıca uzağa gitmeye de gerek yok! Başbakan Tansu Çillerin resmi devletin başbakanı olarak 4 Kasım 1993’te; “PKK’ye haraç veren iş adamı ve sanatçıları biliyoruz hesap soracağız” demesinin ardında derin devletin Bolu- Hendek-Sapanca üçgeninde Kürt işveren ve siyasetçilerine neler yaptığını biliyoruz? Bu somut olay tam da Kürdistan meselesinde resmi devlet ile derin devletin örtüşmesidir. Dahası iç siyaset üstü olarak algılanan Kürdistan meselesinin tüm önemli kararlarında daima resmi devlet ile derin devletin örtüştüğünü unutmayalım. Batı’da Balyoz ve Ergenekon operasyonları benzeri operasyonlarla devletin kirli bağırsakları kısmen de olsa temizlenirken derin devletin esas faaliyet alanı ve konusu olan Kürdistan’da bu yönlü bir faaliyete rastladınız mı? Hayır!
İkincisi; tam da burada “Türkiye’de resmi devlet bir şemadan, bir şekilden ibarettir, Türkiye’yi yöneten esas güç paralel devlettir” demek, Türk devletinin 100 yıllık katliam ve icraatlarını temize çıkartmak olur ki Kürt ulusal özgürlük güçlerinin bu söylemden uzak durmaları lazım. Öyle ki, kontrol dışı olan ve her şeyi yapan bir derin devlet algısı yaratılıyor ki, bu resmi devleti temize çıkarma operasyonuna da dönüşebilir, dönüşüyor da. Yine Kürt ulusal demokratik hareketi buna hizmet edecek dil ve yaklaşımdan uzak durmalı.
Unutmayalım ki, her şeyi derin devlete yüklemek Türk devletinin belirli aralıklarla yaptığı bir faaliyettir, bunu zaman zaman yığılmış kirli faaliyetlerinde temizlik yapma adına da yapar. Ayrıca ABD’si, Fransa’sı, İngiltere’si ve hatta Rusya’sı da yapar, yapıyorlar. Türk devleti de yapıyor ve çoğu kez krizi olanağa dönüştürmede deneyimlidir.
Yukarıda Öcalan ve KCK yönetici kadrolardan aktardığım uzun alıntılar ve alıntıların alındığı ana metinler, özellikle de “paralel devlet Türkiye’yi batıya bağımlı kılmak için Kürt sorununu sürekli canlı tutuyor, çözdürmüyor” ve ya “Bu lobiler Kürt sorunun bu şekliyle çözülmesini kendi politik çıkarları için çok uygun görmüyor” söylemi şöyle bir algının oluşmasına hizmet ediyor;
“AKP hükümeti Kürt meselesini çözmek istiyor fakat paralel devlet ve Cemaat engelliyor çünkü çözüme karşı.” Ya da “AKP hükümeti Türkiye’yi demokratikleştirmek istiyor ama paralel devlet ve bugün bunun odağındaki Cemaat engelliyor!” demek yaşanan bu kavgada AKP’yi desteklemeye çağrı demektir! Kürt siyaseti böyle bir algının oluşmasına katkı koyacak her yaklaşımdan, her mesajdan uzak durmalıdır çünkü böyle bir yaklaşım gerek Kürt siyaseti adına gerekse Türkiye devrimci muhalefeti adına tepeden tırnağa sorunludur.
Üçüncüsü; “darbe yapıldı” söylemi de yanıltıcıdır. Gündemi değiştirmek ve yolsuzluk, rüşvet basıncını hafifletmek için, Başbakan Erdoğan ve AKP’liler, “darbe”, “dostmodern darbeye maruz kaldık”larını söylüyorlar, söyleyebilirler. Yakın çevresi ve ekibinin derinlemesine yolsuzluk ve rüşvete bulaştıklarını Erdoğan’ın ruh hali ve yüz çizgilerinden bile görmek mümkün fakat darbeye maruz kalan bir Erdoğan hali hiç yok!
Darbe mi görmedik! 60 darbesinde çocuktuk ama sonraki darbe ve postmodern darbelerin tanığı ve mağdurudur bizim kuşak, biliriz hepimiz darbenin ne olduğu.
Hükümet hamle üstüne hamle yapıyor; emniyet, yargı ve idari yapıda büyük tasfiye ve görevden almaları hızla gerçekleştiriyor; yetmedi HYSK kanununda değişikliği TBMM’ne taşıyarak yargıyı tümüyle yürütmeye bağlama hamlesini geliştiriyor; Balyoz ve Ergenekon davalarında mahkeme kararlarına rağmen “nasıl bırakırım” arayışını açıkça sürdürüyor; yolsuzluk operasyonunu gerçekleştiren savcı ve polise anında operasyon yapıyor! Tüm bunları yapan bir hükümet nasıl “darbeye maruz kalmış” oluyor! Anlayan biri izah etsin!
Kürdistan ulusal demokratik yapıları başta da PKK, BDP sorumluları “hükümet darbeye maruz kalmış” söylem ve yaklaşımından uzak durmaları tam da seçim arifesinde kendi yararlarına olur.
Dördüncüsü: alıntılar dikkatli okunursa İsrail, Ermeni ve Rumların sadece dışarıda ki lobilerinden söz edilmiyor yanı sıra bizzat “Türkiye’de devlet içerisinde de yuvalanmışlar” deniliyor. Böylece çözümün engelleyicisi olarak bu kez hem dışarıda hem içerde Cemaat gibi dayanakları olan Ermeni, Rum ve İsrail lobileri karşımıza çıkartılıyor. Yine aynı mesaj veriliyor: Türk devleti ve AKP hükümeti “aslında meseleyi çözmek istiyor Türkiye’yi demokratikleştirmek istiyor ama bu paralel devlet var ya, devlette yuvalanmış bu İsrail, Rum ve Ermeni lobileri var ya bunlar engelliyorlar bilin ey halkımız” algısı oluşturuluyor. Bununla yine AKP desteklenmeli mesajı açık veriliyor! Bunlara, konuyu değerlendiren Öcalan’ın “ateşe benzin dökmeyeceğiz” söylemi eklenince verilmek istenen mesaj yerini bulur ki kökünden yanlıştır.
İsrail, Rum, Ermeni lobisi vurguları Türk rejiminin yüz yıllık klasik söylemleri. Burada karşımıza çıkarılan tablo; “Cumhuriyetin iki kurucu unsuru” olarak Kürtler ve Türklerin iç ve dış düşman karşısında ve üstelik İslami bir şala bürünerek birleşme çağrıları çıkartılıyor. Hatta “yeni” ve ya “ikinci ulusal kurtuluşta ortak mücadeleye” çağrılıyor. Tayyip ya da herhangi bir Türk devlet ve hükümet yetkilisi bunu derse anlaşılır ama Kürt ulusal demokratik güçlerinden benzer çağrı ve seslerin gelmesi yanlışın ötesinde özgürlük mücadelesine zarar verir! Dahası bu söylem, bu dil Türk ulusalcılarının politik dili olup asla ve asla Kürt ulusal demokratik güçlerinin dili olamaz, olmamalıdır.
Dileriz Öcalan Hrant’ın anılacağı ölüm yıl dönümünde Ermenilere yazacağı “kapsamlı mektupla” bütün bunlara açıklık getirir ve aşar.
Sonuç olarak; İmralı’da kurulan görüşme masasında halen Kürt/Kürdistan meselesinin çözümü yok! Kürt meselesini çözmeyi amaçlayan bir masa yerine devlet ve hükümet oyalıyor zaman kazanmak istiyor. BDP’li vekillerin bırakılması, kimi KCK tutuklularının tahliyesi ve Öcalan koşullarında iyileştirmeler elbette olumlu gelişmeler ama zaten olması gereken adımlar bunlar. Bu ve benzeri adımların Kürt meselesinin çözümünü içeren reformlarla alakası yoktur. Dolaysıyla çözüm ortada yokken, çözüm üzerine kurulan ve Kürt meselesini içeren kurulmuş resmi masa ortada yokken çözüm adına AKP hükümetini desteklemek yanlıştır!
Kürt siyaseti bu kavgada taraflardan birinin yanında topa girmemeli ve somutta da yeniden Ordu ile uzlaşmaya yönelen AKP ve Erdoğan’ı desteklemeye dönük adım ve mesajlar vermemelidirler.
Kürtler temel siyasal talepleriyle sokağa çıkmalı ve hükümeti adım atmaya sokakta zorlamalıdır. Erdoğan’ı bildiği halde açıklamadığı Roboski sorumlularını açıklamaya çağırmalıdır ısrarla yanı tam da ateşe benzin dökmelidirler! Unutmayalım ki;
“AKP, yolsuzluk ve rüşvet operasyonu basıncı altında bunalmış olarak sığınacak liman ararken Kürtleri koltuk değneği yapmak istiyor. Bu çok açık!
“İzleyecekleri siyaset ile AKP’ye koltuk değneği olacak olan Kürt siyaseti şunu bir yere not etsin: AKP eğer bu kefeni de yırtarsa ve özellikle yerel seçimlerde yine istediği desteği halktan alıp R. T. Erdoğan’ı cumhurbaşkanı- A. Gül’ü ise başbakan olarak seçip Rusya tahterevallisini gerçekleştirebilirse o zaman kim tutar AKP’yi! Görün o zaman AKP en başta Kürt siyasetine neler yapıyor?” (17 Aralık Operasyonu ve Kürt Siyaseti)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.