PARADİGMALAR ARASI SAVAŞ
Gülay Göktürk
14 Ağustos 2010 Cumartesi 16:01
Epey uzun süredir toplum olarak garip bir durum yaşıyoruz.
Çok sayıda insan, olan biten her şeyin iki farklı kesim tarafından birbirine tamamen zıt iki farklı şekilde anlatılışı karşısında hayretler içinde kalıyor.
Ergenekon davası karşısında alınan tutum mesela... "Konuşan Türkiye"nin yarısı bu davayı AK Parti'nin sivil diktasını kurmak için orduyu dize getirme operasyonu olarak sunuyor, diğer yarısı da, derin devleti deşifre eden, vesayet rejimini kökünden sarsan tarihi önemde bir dava olarak...
Yarısı Anayasa Mahkemesi'ni (mevcut haliyle) demokratik parlamenter rejimin sigortası olarak görüyor; diğer yarısı bu rejimi zapturapt altına alan bürokratik bir üst yapılanma olarak...
Yarısı 27 Mayıs Anayasası'nı demokratik hak ve özgürlüklerin formüle edildiği, Türkiye'yi "ileri" taşıyan bir metin olarak görüyor, diğer yarısı askeri vesayetin çatısını çatmak, siyaseti bürokratik kuşatma altına almak üzere hazırlanmış bir metin olarak...
Yarısı YAŞ sonuçlarını AK Parti'nin ordunun iç işleyişini ve dengelerini bozan son derece zararlı bir girişim olarak görüyor; diğer yarısı siyaset-ordu ilişkilerini rayına oturtmaya yönelik hayırlı bir adım olarak...
Yarısı Türkiye'nin felakete doğru gittiğini söylüyor; diğer yarısı şimdiye kadar hiç olmadığı kadar iyi bir yola girdiğimizi...
Ve tabii, her meselede ortaya çıkan bu iki farklı bakış açısı dolayısıyla, yaşanan her olayda siyaset ve sivil toplum dünyamızın önde gelenlerinin yarısı yas tutuyor, yarısı bayram yapıyor. "Tasada ve sevinçte birlikte" olması beklenen bir yurttaşlar topluluğunda bir kesimin sevinci diğer kesimin tasası -veya tam tersi- oluyor.
Aynı olayı yaşıyor ama iki ayrı hikâye anlatıyoruz.
Aynı ülkede yaşıyor ama iki farklı ülke algılıyoruz.
Bu arada, bunun neden böyle olduğuna; neden her meselede karpuz gibi ikiye ayrılıp birbirine tamamen zıt iki farklı tablo çizdiğimize bir türlü akıl erdiremeyen bir kısım vatandaş da, ha bire, "Neden tartışıp belli konularda uzlaşmıyorsunuz? Neden hiçbir ortak nokta bulamıyorsunuz? Neden hiçbir konuda birbirinizi ikna edemiyorsunuz" diye yakınıp duruyor.
Bu sorunun en kısa cevabı, "yaşadığımız özel dönem yüzünden" olabilir ancak.
Toplumlar sürekli değişirler ama bu değişimin özel bazı dönemleri vardır. Biriken değişikliklerin niteliksel bir sıçramayla o toplumun temel paradigmalarını değiştirmek üzere olduğu dönemler... Böyle dönemlerde eski paradigmayla yeni oluşmakta olan paradigma kıyasıya bir savaşa girişirler. Ve paradigma kavramının mucitlerinden Thomas Kuhn'un dediği gibi, "Paradigmalar arası savaş ispatlarla kazanılabilecek bir savaş değildir." Çünkü eski paradigmanın savunucularıyla yeni paradigmanın savunucuları artık aynı dili konuşmaz, aynı kavramlarla tartışamaz hale gelmişlerdir. Kullanılan her kavram bir paradigmaya aittir ve o kavram farklı paradigmalarda farklı anlamlarla yüklüdür. Örneğin, iki taraf da barış der ama barıştan anladıkları şey bambaşkadır. İki taraf da istikrar ister ama istikrarın nasıl bir istikrar olacağı, hangi güçler dengesi üzerinde kurulacağı birbirinden tamamen farklıdır.
İşte bu nokta artık uzlaşmanın, orta yollar bulmanın mümkün olmadığı noktadır. Bu noktada, farklı bakış açılarının çatışarak birinin toplumun ezici çoğunluğunu kazanmasından ve ardından toplumun bütününün yeniden, galip gelen paradigma çerçevesinde yeniden ortak bir dil oluşturarak bir arada yaşamaya başlamasından başka çözüm yoktur.
Aslında geçenlerde yazdığım "Genç subay kardeşim, rahat mısın" yazısının amacı da bu paradigma farkını ortaya koyabilmekti. İçinde yaşadığımız paradigma çatışmasını somutlaştırmak ve gözlere sokmak istedim.
Demek istedim ki, bu mektup iki türlü de yazılabilir. Ve siz, artık bir tercih yapma durumundasınız. Hangi mektuba katıldığınıza, yazılması gereken mektubun hangi mektup olduğuna karar vermelisiniz. "İki mektupta da doğrular ve yanlışlar var; gelin ikisinin doğrularını bir araya getirip yeni bir mektup çıkaralım" demenin mümkün olmadığını anlamalısınız.
Tıpkı 12 Eylül'de sandık başına gittiğinizde "Şu maddeye evet ama bu maddeye hayır" diyemeyeceğiniz gibi...
Evet, bu referandumun anlamı üzerine çok yazıldı, çizildi. Ben bu anayasa değişikliği oylamasının özünü, yukarıda anlatmaya çalıştığım paradigmalar çatışmasında tarafını seçmek olarak görüyorum.
Herkes bir tercih yapacak. Eskiyen, çökmekte olan paradigmanın ite kaka bir süre daha sürdürülmesi yönünde mi oy kullanacaksınız; yoksa galebe çalmakta olan yeni paradigmanın bir an önce kurulması yönünde mi?..
Detaylara takılmanın zamanı değil. Vereceğimiz "evet" ya da "hayır"ların gelecekte hatırlanan tek anlamı bu olacak...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.