‘PAKET’ KONUSU
Murat Belge
05 Ekim 2013 Cumartesi 08:49
Geçen Pazartesi, Türkiye’de “demokrasi paketi” açıklanırken ben de Roma’dan “yurda dönüş” süreci içindeydim. Akşam evde “paket tartışmaları”na “mülâki” oldum.
Bu memlekette bir kesim var, AKP iktidarını kötülemekten başka bir şey yapamıyor. “Muhalefet” burada hep böyle anlaşılmıştır ama bunun bu kadar aşırısı AKP dönemine özgü. O kesime göre bu paket “yararsız, yetersiz” falan filan değil, düpedüz zararlı. Bir de, paketi öve öve nereye koyacağını bilemeyen kesim var. Dediğim gibi, pazartesi döndüm, bugün cuma, döndüğüm ülkenin giderkenki ülkeden daha demokratik olduğunu hissettiren bir şeye rastlamadım.
Anayasa oylaması öncesindeki tartışmalarda “Yetmez ama evet” diye bir söz çıkmış ve kavramlaşmıştı. Bu paket için de uygun bir niteleme. Paketin kimseye zararı yok (olduğuna inanan bir kesim bulunsa da): belirli yararları var. Ama Türkiye bu paketle “demokratik” falan olmayacak. Paketin önemi demokrasi getirmesinde değil, demokrasiyi düşündürmesinde. Bir çiçekle bahar olmadığı gibi, bir paketle demokrasi de olmuyor hele, tarihini demokrasi yolarak geçirmiş bir toplumda.
Aslında hükümet de bunun farkında ve söylüyor. Bu iyi. Ama ardından bunun ne “emsalsiz” bir paket olduğunu anlatmaya başlıyor ve bu da hayal kırıklığı yaratıyor çünkü durum böyle değil.
Cuma sabahı, gazetelere, Taraf’a baktım: Amberin Zaman, Cengiz Aktar paketi dengeli bir biçimde eleştirmişler. Cengiz Aktar, “demokratikleşmekten ziyade eziyetten kurtulmak” diye bir tesbitte bulunmuş ki, bana da çok doğru göründü.
“Türk milliyetçiliği” son derece abartılı ve bağırtılı söylemlerle biçimlenmiş bir milliyetçiliktir. Bunun nedeni, içinde oluştuğu koşulların ağırlığıdır ve dolayısıyla anlaşılır bir yanı vardır. Ama bunca yıl sonra bu bağırtkanlığı sürdürmenin anlamı kalmamıştır. Ne var ki bu, ille de sürdürmekten yana olan kesimleri o bağırtkanlıktan vazgeçmeye ikna edemiyor. İşte MHP... İşte “Andımızdan niye rahatsız oluyorlar” diye sorabilen Kılıçdaroğlu...
Ve gene bugünkü yazısında Cafer Solgun çocukluğunda ve okul hayatında “Andımız”la serüvenini anlatıyor. Bunlar duymadığımız, bilmediğimiz şeyler değil; gene de korkunç! O zaman, Cengiz’in biraz da dalga geçerek söylediği “demokratikleşmekten ziyade eziyetten kurtulmak” sözüne dalga geçmeden bakmak gerekiyor. Bu “eziyet”ten kurtulmak da az şey değil. “Simgesel” diyorlar. Öyle. Ama simgeler çok önemli. Buraya kadar hep simgelerle geldik ve çevremizde hâlâ yığın yığın benzer simge var. Ayrıca, “simgemi isterim” diye tepinenler var.
Demokrasinin paketle veya denkle, çuvalla, akşamdan sabaha gerçekleşmeyeceğini biliyorum. Ayrıca biliyorum ki burada yetmiş küsur milyon insandan oluşmuş bir toplum içinde yaşıyoruz ve yaşayacağız ve bunlardan bir kısmı “yokmuş” gibi davranamayız. Cumhuriyet tarihinin bundan önceki evrelerinde bu davranış biçimi egemen olduğu için bugün böyle anlamsız yapılanmalarla, koşullanmalarla cebelleşmek zorunda kalıyoruz. Aynı yanlışları farklı ideolojiler adına tekrarlamanın anlamı da, yararı da yok.
Hükümet, “Bugün bu kadarını yapabildik” diyorsa, elbette bu da tartışılır, “Bu sınırlar genişletilebilirdi” denir. Ama temelde evrimsel bir süreç başlatarak demokrasiye ulaşmak gibi bir tasarımımız, planımız, stratejimiz olduğunu bilmek koşuluyla. Bu toplumun demokrasiden, uluslararası demokratik ilke ve değerlerinden yana olan kesimlerini kastediyorum.
Ama “ temel”de böyle bir “konsensus” olduğuna dair bir ipucu yok elimizde. Böyle bir “ipucu”nu somutlaştıracak bir “diyalog” ortamı da yok. “Ben bilirim. Ben yaparım. Benim yaptığım herkesin hayrınadır...” Böyle özetlenecek bir tavır, bir üslûpla karşı karşıyayız. Oysa zaten bu anlayış kendisi, “demokrasi” dediğimiz yöntemin ruhuna ve onun çevresinde oluşacak kültüre aykırı. Bilinmedik bir şey değil, adı da konmuş: “patriyarkalizm (ataerkillik)”.
Peki, “patriyarkal demokrasi” diye bir rejimden, ciddiyetle, söz edebilir miyiz? İşiten, şaka yaptığımızı sanmaz mı?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.