04 Mayıs 2024
  • İstanbul16°C
  • Diyarbakır23°C
  • Ankara19°C
  • İzmir20°C
  • Berlin19°C

'ÖZGÜRLÜK KAPANI' MI YARGI MI?

Oral Çalışlar

17 Aralık 2013 Salı 08:47

BDP’li milletvekillerinin tahliye talebini reddeden Diyarbakır’daki mahkeme heyetinin üyelerinin ne düşündüklerinden çok, bu kararın arkasındaki zihniyeti anlamak, anlayabilmek önemli.

Balbay’ın bırakılmasından sonra, “Artık tartışacak bir mesele kalmadı” diye düşünmüştük. Ülkenin en yüksek yargı kurumu, böyle bir karar verince, emsalleri de kapsayan yeni bir çerçeve oluşmuştu: “Milletvekili seçildikten sonra, tutukluluğun sürmesi ve yıllara yayılan tutukluluk, temel insan haklarına ve temsil hakkına engeldir.” Durum net: Milletvekillerinin hemen tahliyesi gerekiyor.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 1. Daire Başkanı İbrahim Okur, Anayasa Mahkemesi’yle aynı düşüncede. Okur, 11 Haziran 2011 seçimlerinden hemen sonra, seçilen milletvekilleri henüz yeminlerini bile etmeden, “Ben olsam tutuklu vekilleri tahliye ederdim” dedi. Bu değerlendirme, mahkeme heyeti üzerinde bir etki yaratmadı.

HSYK 1. Daire Başkanı Okur, son kararın ardından ‘BDP milletvekillerinin hemen bırakılması’nı şöyle savundu: “KCK davasına bakan hâkimler de ‘Yarın başvuru yapılırsa Anayasa Mahkemesi bu davayla ilgili de benzer kararlar çıkaracak’ diyerek tutuklu milletvekillerine yönelik ihlali şimdiden sonlandırmayı seçebilir. Böyle düşünürlerse tabii ki doğru da yapmış olurlar çünkü Balbay ve Haberal kararlarıyla, o başvurular için de ‘ihlal’ kararı çıkacağı kesinleşmiştir.”

Hâlâ temel sorun yargı

Uzun yıllar yargılanmış, otoriter yargı kurumlarının mağduru olmuş kıdemli bir sanık ve hükümlü olarak; demokrasimizin en temel meselesinin yargı olduğu gerçeğine bir kez daha vurgu yapmakta yarar görüyorum. Adalet konusunda şüphelerin varlığını sürdürdüğü bir rejime, kimse ‘gerçek demokratik bir rejim’ diyemez... Şunu da bir kez daha belirtmekte yarar görüyorum: İyi kanun kötü kanun değildir mesele. İyi hukukçu kötü hukukçudur asıl olan. Bir kanun maddesini demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gözlüğüyle de yorumlayabilirsiniz, otoriter devlet mantığıyla da...

Türkiye’de yargıçlar, savcılar hatta avukatlar, otoriter bir hukuk kültürü ile yetiştiler, yetiştirildiler. Cumhuriyet tarihi, yargıya siyaseten yapılmış ağır müdahalelerin tarihidir. Bu ülkenin hem siyasi sistemi hem de genel düşünce yapısı, yargıçlara, otoriter bir hukuk kültürünü empoze etti. Yapılmış değişik araştırmalar şunu kanıtlıyor: “Devlet mi özgürlük mü?” sorusuna Türkiye’deki yargıç ve savcıların önemli bir kısmı “Devlet” diye cevap vermeye devam ediyor. Yani sorun gelip zihniyet kalıplarının kırılmasına dayanıyor. Yargı ve hukuk, ‘mantık değişimi’nin hızlı gerçekleşebildiği alanlar değil. Bir temel zihniyet, uzun yılların birikimiyle oluşuyor. Kanunlar, belli bir zihniyetle okunup yorumlanıyor. Asıl statüko bu alanda biçimleniyor. Asıl ‘devlet’, kanunların uygulayıcılarıyla hayat buluyor.

2010 Anayasa Referandumu’yla birlikte, üst yargı kurumlarının seçimine ilişkin bir dönüşüm başladı. Bir yargı elitinin bütün koltukları istediği gibi belirleyebildiği bir sistemden ‘çoğunluğu yargıçların ve savcıların tamamınca seçilen yeni kurullar’a geçiş hedeflendi. Değişikliğe itiraz edenlerin gerekçesi, ‘üst yargı kurumlarının hükümetin denetimine geçebileceği’ yönündeydi.

Şu an, tüm yapısal eksikliklere, sorunlu ve tartışmalı noktalara rağmen küçük bir azınlığın değil, binlerce hukukçunun seçtiği kurullardan söz edebiliyoruz. Ayrıca Türk Ceza Kanunu’nda, diğer kanunlarda ilerleme sayılabilecek birçok değişiklik yapıldı.

Bu değişime rağmen yerleşik kültürün ve zihniyetin sürekliliği, kendini hâlâ net bir şekilde hissettiriyor. BDP’li vekillerle ilgili son karar, işimizin ne kadar zor ve adalet anlayışımızın hâlâ ne kadar sorunlu olduğunu bir kez daha gösterdi.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.