ORTADOĞU’DA ACIMASIZ OYUN
Kemal Burkay
28 Şubat 2015 Cumartesi 03:19
İki gün kadar önce Bağdat hükümetinin sözcüsü ilginç, bundan da öte şaşırtıcı bir açıklama yaptı, IŞİD’e silah ikmali yapan iki İngiliz uçağını düşürdüklerini söyledi.
Malum, İngiltere de ABD’nin liderliğinde IŞİD’e karşı savaşıyor görünen koalisyonun içinde. Peki nasıl oluyor bu? Hem bu bela örgütle savaşıp hem de ona silah ikmali yapmak?..
Bağdat hükümeti buna ilişkin resimler de yayınlamıştı ve bunlar sosyal medyada paylaşıldı. Bu açıklamada İngiltere’nin yanı sıra ABD de suçlanıyor ve böylece söz konusu güçlerin IŞİD’in bitmesini istemedikleri, bu savaşın sürmesini kendi çıkarlarına uygun buldukları söyleniyordu.
Doğrusu bu çok ilginç bir iddia. Ama işin daha da ilginci bu iddia üzerinde yazılı ve görüntülü medyada pek durulmadı. İngiltere ise silahların yanlışlıkla IŞİD bölgesine indirildiğini söylemekle sorunu geçiştirdi.
Uçaklar sahiden Bağdat tarafından düşürüldü mü? Bağdat rejimi doğru mu söylüyor? ABD ve İngiltere ikili mi oynuyorlar? ABD ve İngiliz uçakları sözde Irak merkezi hükümetini koruyor ve IŞİD’e karşı savaşıyorlar. Uçaklar düşürüldüyse İngiltere’nin buna karşı tepkisi bu kadarla mı kalır? ABD ve İngiltere bu suçlamalara ne diyorlar?
Şu Ortadoğu’da öyle şeyler oluyor ki insan şaşkınlıktan küçük dilini yutabilir. Kimin elinin kimin cebinde olduğu, kimin neyi tezgahladığı, kimin kimi desteklediği veya kiminle savaştığı belirsiz… İşin içinden çıkan varsa beri gelsin!
Ben kendi payıma, bu IŞİD olayı ortaya çıktıktan sonra yazdığım çeşitli yazılarda, bu örgütün Ortadoğu bataklığının bir ürünü olduğunu dile getirdim, bu bataklığın oluşmasında ABD ve öteki emperyalist güçlerin oynadığı birinci dereceden role değindim. Birinci Dünya Savaşı ve bölgenin aç sırtlanlar gibi paylaşılması bir yana, soğuk savaş döneminde izlenen “Yeşil Kuşak Politikası”nın bu bataklıkta El Kaide, IŞİD ve benzeri zehirli otları yarattığını söyledim.
IŞİD’in Suriye iç savaşıyla birlikte böylesine boy atması da salt kendi marifeti değildi. Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin askeri ve parasal desteğinin yanı sıra, Bağdat ve Şam’ın Şii yönetimlerini, İran’dan Lübnan Hizbullahı’na uzanan Şii aksını kontrol etmek, sınırlamak isteyen diğer güçlerin son döneme kadar Sünni cihatçılara sağladıkları destek de iyi biliniyor. Nitekim ABD ve Türkiye’nin Suriye muhalefetine verdikleri destek radikal İslamcı örgütlere yaradı. El Kaide’nin Suriye kolu bu destekle palazlandı ve çok daha radikal olan IŞİD ondan ayrışıp parladı.
Ortadoğu ölçeğinde bu Şii-Sünni boğazlaşması başka kimlerin işine yarar, örneğin İsrail bu konuda ne düşünür ne yapar, o da ayrı bir konu…
IŞİD’in böylesine hızla gelişmesi, bir yandan Bağdat kapılarına dayanması, Musul’u ele geçirip Güney Kürdistan’ı tehdit etmesi, diğer yandan Suriye’de Kürt bölgelerini kuşatıp Türkiye sınırına varması, ciddi bir dış destek olmadan mümkün müydü?
ABD ve ortaklarının IŞİD’in niyet ve planları hakkında tümüyle bilgisiz oldukları söylenebilir mi? Güçlü istihbarat ağları bir yana, uydular eliyle yer yüzünü evlerinin içi gibi izleyen, yerdeki izmariti bile resimlemekle övünen ABD, IŞİD’in tanklar, toplar ve Hammer jipleriyle Musul’a doğru ilerlediğini görmez miydi? Neden buna göz yumdu veya neden dur demek için IŞİD’in Bağdat kapılarına dayanmasını, Şengal ve Kobani trajedilerine yol açmasını bekledi?
Yoksa Şii Bağdat hükümetine, hatta kendisinden onay almadan bağımsızlık ilan etmeye hazırlanan, Türkiye üzerinden petrolünü ihraç etmeye kalkan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bir ders vermek için mi?
IŞİD bu işte bir maşa olarak kullanıldıysa hiç şaşmam. Önce ABD politikası dışında arayışlar içinde olan Bağdat’a, aynı zamanda Kürdistan yönetimine IŞİD eliyle bir ders verildikten sonra uçaklar harekete geçirildi.
Kürtler, yeni ve barbarca bir saldırı ile yüz yüze getirildikten, göçe zorlandıktan sonra ABD bir kez daha “kurtarıcı” olarak sahneye çıktı, IŞİD’e dur dendi.
Ama bu aşamada bile ABD ve öteki koalisyon güçleri IŞİD denen bela ile ne ölçüde savaşıyorlar? Bu barbar sürüsü tanklar, toplar ve öteki zırhlı araçlarla konvoylar düzenleyerek şehirler arasında nasıl bu kadar rahatça gidip gelebiliyor? Koalisyon güçlerinin IŞİD’in silahlı güçlerini daha yaygın ve etkili bir şekilde vurup savaş yeteneğini asgariye indirmesi mümkün değil mi?
Ama sanki koalisyonunun böyle bir niyeti yok. Sanki IŞİD’in bu geniş alan hakimiyetine göz yumuluyor ve onun belli sınırları aşmasını engellemekle yetiniliyor.
İŞİD SAVAŞI Kürtlere fatura edildi
ABD liderliğindeki koalisyon IŞİD’le kara savaşını ise bir ölçüde Bağdat yönetimine, asıl olarak da Kürtlere fatura etmiş durumda. Kara birliklerini harekete geçirmeye hiç de niyetli görünmüyorlar. Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Sünni Arap rejimlerini anladık, hani onların elinden gelse bizzat kendi ordularıyla Kürtlere karşı savaşacaklar. Peki ABD, İngiltere ve Fransa? Birinci Körfez Savaşı sırasında Baba Bush’un deyimiyle, Kürtler için Askerlerinin burunlarının kanamasını bile istemeyen bir tutum içinde oldular. Oysa Kuveyt işgal edildiği zaman hiç de askerlerinin hayatı üzerine böylesine titrememişler, tereddüt etmeden ve son hızla Bağdat üzerine yürümüşlerdi.
Elbet o zaman söz konusu olan petrolleri korumaktı. Bugün de çıkarları o ölçüde tehlikeye girse aynı şeyi yaparlar. Ama öyle anlaşılıyor ki şu anda bunu yapmak için neden görmüyorlar. IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütler Şiilere ve petrollerine sahip çıkmaya çalışan, bağımsızlığa yönelen Kürtlere karşı taşeron bir örgüt olarak gerekeni çok iyi yapıyorlar. Onlar, kendilerini sahneye çıkaranlar için tehlikeli olmaya başladıklarında, diğer bir deyişle sınırı aştıklarında ise, onları biraz bombalayıp, Kürtlere ve Şii Bağdat rejimine destek verip dengeyi sağlıyorlar.
Bu politika 19. Yüzyılda Osmanlı ordusunda danışman olarak bölgeyi dolaşan Alman subayı Moltke’nin (daha sonra Mareşal) yazdıklarını akla getiriyor. Moltke emperyalistlerin Osmanlı devletine ve onun bir vilayeti olan, ama o dönede başkaldıran Mısır’a ilişkin politikalarını, esprili bir anlatımla şöyle özetliyor:
“Fransa (…) Türkiye ile Mısır aynı derecede kuvvetli hale getirilirse Doğu’nun tamamıyla emniyet altına girmiş olacağı fikrindeydi. Bu aşağı yukarı şöyle demektir: Eğer siyaset terazisine iki ağırlık koyabilecek durumda isen bunları böl, birini sağ, ötekini sol kefeye koy; böylece saufl’integrite de la Porte (Osmanlı Devleti’nin bütünlüğüne dokunulmaksızın), tartışılamayacak kadar küçük bir parça olarak birazcık Cezayir sana kalır. Buna karşılık İngiltere her şeyden önce Padişaha, kendisine ait olanları ele geçirmesi için yardım etmek fikrindedir; böylelikle İskenderiye’deki Hidiv de (Mehmet Ali Paşa’yı kastediyor K.B.) ticaret anlaşmalarını ve demiryollarını protesto etmeye kalkışamayacaktır. (…) Rusya’nın, aslında Boğaz kıyısında bir gölge hükümdarla Nil kenarındaki ikinci bir tanesine itirazı yoktur ve bu hükümetin de statükoyu devam ettirmek istediği anlaşılmaktadır.” (*)
Günümüzde olup bitenler de hem ABD ve batılı ortaklarının, hem de bir bölüm bölge devletlerinin Suriye ve Irak konusunda benzer bir denge politikası izlediklerini düşündürmüyor mu? Ortadoğu’da kıyasıya bir güç savaşına tutuşmuş Şii ve Sünni cepheleri… Daha küçük ölçekte ise terazinin bir kefesinde Kürtler, ötekisinde ise Sünni kesimin taşeron örgütü IŞİD… Onlar birbirleriyle boğazlaşadursun ötekiler sanki çepeçevre olmuş seyretmekteler... Kefenin bir yanı ağır basınca öbür tarafa biraz ağırlık ilave edip dengeyi sağlamaktalar; öyle ki savaş devam etsin…
Hem Kürtlere hem IŞİD’e silah sağlama tam da bunu göstermiyor mu?
Bir yanda ülkesi parçalanmış, en temel hakları gasp edilmiş ve on yıllardır kendi yurdunda özgür yaşamak için mücadele eden Kürt halkı, diğer yanda emperyalizmin ve bölge devletlerinin kendi çıkarları için yol açtıkları batakta üreyen IŞİD adlı sürü ya da cehennem zebanileri…
Bu ne kadar acımasız bir oyun!
Bir dönemin ABD Dışişleri Bakanı Kissinger, yıllar süren Irak-İran savaşıyla ilgili olarak şöyle demişti: “Hiçbir taraf yenmemeli, her iki taraf da yenilmeli!” Dostu Şah gittikten sonra usta bir manevrayla İran ve Irak’ı savaşa tutuşturan ABD, bu savaşın sürüp gitmesi için tam da Moltke’nin sözünü ettiği terazi politikasını izlemişti; yani iki düşmanını savaştırıp durma…
İşin ilginci, IŞİD zebanilerinin ortaya çıkışını bıyık altından gülerek seyreden güçlerden biri de bizzat Şam’daki Esad yönetimidir. O da Suriye ve Irak’ta geniş bir alanı denetime almış ve bir yandan Kürdistan Bölgesel yönetimi, diğer yandan Suriye Kürtleriyle savaşa tutuşan, arada bir de Amerikalı, İngiliz ve Japon kellesi uçuran bu acımasız örgütün yaptıklarından adeta çok memnun. Sanki böylece batılılara şunu diyor:
“Beni devirmeye çalışmakla ortaya çıkardığınız bu cehennem zebanilerinden hoşnut musunuz?..”
Zebani sürüsü henüz Türkiye’ye dokunmadı (Eğer Musul konsolosluğunda rehin alınıp, uzun dönem misafir edilip sonra da burunları kanamadan serbest bırakılan şu garip rehineler olayını saymazsak…). Ama Türkiye de IŞİD’e dokunmamaya azami dikkat gösteriyor. Türkiye sınırlarını canlarının istediği gibi kullanmaları ve onca lojistik destek de cabası…
Ama bu hiç dokunmayacakları anlamına gelmez. Yanlış politikaların mutlaka bir bedeli vardır ve akrep besleyenler çok dikkatli olmak zorunda…
-------------------------------------------------
(*) Feldmareşal H. Fon Moltke, Türkiye Mektupları, s.282-283, Remzi Kitabevi; ayrıca bakınız: Kemal Burkay, Kürdistan’ın Sömürgeleşmesi ve Kürt Ulusal Hareketleri, s. 50-51; Özgürlük yolu Yayınları, Kasım 1978 – İstanbul.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.