ORTADOĞU
Ahmet Altan-
08 Şubat 2012 Çarşamba 08:00
Suriye, herkes için büyük bir belaya gebe.
Ülke içinde silahlı çatışmalar yayılıyor.
Bunun birçok ülkeyi, başta da Türkiye’yi içine alacak büyük bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceği bilinmiyor şu anda.
Başbakan Erdoğan, haklı bir şekilde Suriye’deki diktatöre karşı çıkıyor, çok sert bir üslupla eleştiriyor, “Humus’un hesabının sorulmasından” söz ediyor.
Bu, haklı olduğu kadar Erdoğan’ın siyaseten de mecbur kaldığı bir politika gibi gözüküyor bana.
Batı’da popülaritesi ve prestiji iyice azalan Erdoğan’ın dış dünyada Amerika’dan başka tutunacak dalı kalmadı gibi gözüküyor.
Sarkozy ve Merkel gibi Türkiye’ye karşı önyargılı Avrupalılara son zamanlardaki davranışlarıyla “meşruiyet” zemini açan bir politika izliyor.
Başbakan, Amerika’yı da kaybetmesi halinde Batı’yla iyice kopmuş bir duruma gelecek.
Suriye konusundaki politikası hem onu hakkaniyetli bir noktaya yerleştiriyor, hem de bu politikayla Amerika’nın gönlündeki çizgiyi sürdürüyor.
Ezilenlere yardım etmek herkesin görevi.
Suriye’de kanlı bir zorbanın sultası altında öldürülüp duran insanlara el uzatmaya aklı ve vicdanı olan kimsenin karşı çıkacağını sanmam.
Ama burada çok ciddi bir sorunumuz var.
Herhangi bir savaş çıkarsa bu hükümet duruma nasıl hâkim olacak?
Uludere faciası ortada duruyor.
Hükümet, orduyu en fazla denetlediğini sandığı sırada 34 insan bombalarla parçalandı, hükümetin sesi soluğu kesildi.
Ardı ardına hatalar yaptı.
Bir savaş halinde yeni Uludereler yaşamayacağımızı kim garanti edecek?
Ortadoğu’da hem hakkaniyetli hem güvenlikli bir pozisyonu nasıl alacağız?
Bu büyük değişim fırtınasının Suriye’de durmayacağı açık, Esad’ın şu zamanda ya da bu zamanda gideceği de kesin, ondan sonra sıra İran’a, Rusya’ya gelecek.
Etrafımızdaki hareketlilik kolayından bitmeyecek.
Diktatörlüklerin devrildiği bir çağdayız.
Bu coğrafyada hem haklıdan yana hem de güvenli durabilmenin bence tek bir yolu var, o da kendini Ortadoğu ülkelerinden farklılaştırmak.
Çok temel değişiklikleri yaparak devleti, orduyu, yargıyı, polisi hukukun çerçevesi içine yerleştirmek, “suça ve yolsuzluğa” imkân vermeyecek bir sistemin temelini yasalarla, anayasayla sağlamlaştırmak.
Ülke içinde “ezilen” kimsenin kalmayacağı bir düzen kurmak.
Kürtlerin haklarını kabul etmek.
“Kimin dili daha medeni” türünden nezaketten ve manadan uzak davranışlarla Kürtleri öfkeden çıldırtmak yerine, Türklere tanınan bütün hakların onlara da tanınmasının “hakkaniyet”, hukuk ve demokrasi gereği olduğunu anlamak.
İçeride Kürtleri ezerken, dışarıdaki “ezilenlere” yardıma gitmeye kalkarsanız bunun bela çıkartacağına emin olabilirsiniz.
Siz, toptancı takıntılarla “dindarlar dürüst olur, dinsizler tiner çeker” gibi acayip açıklamalar yaparak toplumu “din” ekseninde bölerseniz, hayat tarzını din kurallarına göre belirlemeyen insanlarda büyük bir kuşku ve güvensizlik yaratırsınız.
Ülke, herkes bana benzesin diyen “dindar Kemalistlerle”, herkes bana benzesin diyen “az dindar Kemalistler” arasında karpuz gibi bölünür.
En korkuncu, bu bölünmüşlük orduya da sirayet eder.
Erdoğan, yapabileceği en tehlikeli hamlelerden birini yaparak “dindarlıkla milliyetçiliği” bütünleştirip, bunun altını kalın kalın çizip oylarını arttırmaya çalışıyor ama Kürtleri ve “modernleri” kesin bir şekilde kaybediyor.
Eğer kendine ülke içinde böyle bir “siyasi cephe” kurmaya kalkar, onu bunu garip laflarla ürkütürse, karşısındakiler de cepheleşir.
Buna bir de muhtemel bir Suriye savaşını eklerseniz, elinizde içeride Kürt savaşı, dışarıda Suriye savaşı olmak üzere iki savaş ve ortasından bölünüp cepheleşmiş bir ülke kalır.
Bu tablodan bir hayır gelmez.
“Dindar olmayanların tinerci olduğunu” sanan bir başbakanı, “Özgürlük yok diyorsanız niye hapishaneye girmekten yakınıyorsunuz, ikisinde de özgürlük olmayacak zaten” diyen bir içişleri bakanını, Paul Auster’la Salman Rüşti’yi de Ergenekoncu ilan eden bir AKP genel başkan yardımcısını, “Kürtçe medeniyet dili değildir” diyebilen ve onun aklına ve vicdanına çok güvenen insanları da şaşırtan bir başbakan yardımcısını birarada düşününce, bu iktidarın bizim tahminimizden de öte büyük sorunları olduğu ortaya çıkıyor.
Bu akıl ve zekâ düzeyi, Ortadoğu’nun belalarıyla baş edemez.
AKP’nin muhafazakâr tabanının, hem kendisi hem Türkiye için bu “yöneticileri” bir akıl çizgisine çekmesi, onları uyarması, başladıkları demokratikleşme hamlelerini tamamlamaları için zorlamaları gerekiyor.
Ortadoğu belasının içinde hakkaniyetli ve güvenli durabilmenin tek şartı, diğer Ortadoğu ülkelerine benzememek çünkü.
Onlara benzersek, başımıza gelecekler de onların başına gelene benzer kaçınılmaz olarak.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.