24 Kasım 2024
  • İstanbul3°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara0°C
  • İzmir7°C
  • Berlin3°C

OPERASYON CUMHURİYETİ

Bayram Bozyel

16 Aralık 2014 Salı 13:55

Operasyon, Türkiye’de gücü elinde bulunduranların topluma ve muhaliflere karşı geliştirdiği başlıca siyaset tarzı haline geldi.

Türkiye’nin geçmiş tarihi, Kemalist ordunun Kürtlere, sola, dindarlara ve ötekilere karşı gerçekleştirdiği operasyonlarla geçti. 2002 yılında AKP iktidara geldiği halde, uzun bir dönem askerin ve yargının çeşitli operasyonlarına maruz kaldı. Sonra AKP, Gülen Cemaati’ni yanına alarak orduya ve KCK’ye karşı ortak operasyonlara girişti. Bir kere operasyon bir siyaset tarzı haline gelince, artık dünün ortaklarının da onu birbirine karşı kullanması kaçınılmazdı. Nihayet Gülen Cemaati, fırsatını bulduğu ilk anda eski ortağı AKP’ye karşı operasyona başvurmakta tereddüt etmedi. Geçen yıl gerçekleştirilen 17 ve 25 Aralık operasyonlarından tam bir yıl sonra bu kez Gülen Cemaati’ne karşı bir operasyon başlatılmış durumda.

14 Aralık 2014 tarihinde başlatılan operasyon sonucunda onlarca güvenlik mensubunun yanı sıra, Gülen Cemaati ile yakınlığı ile bilinen Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı ve Samanyolu Televizyonu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca da gözaltına alındı.

Söz konusu operasyon kamuoyu bakımından sürpriz olmadı. Gülen Cemaatine karşı bu tür bir operasyonun yapılacağı uzun bir zamandır bekleniyordu. Dünün başbakanı, bu günün cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, sabah akşam her fırsatta ‘inlerine gireceğiz’ deyip durdu. Yandaş basın ve siyasiler de bu yöndeki çıkışlara kesintisiz bir biçimde gaz verdi.

Sorunun esas başladığı nokta şu; Bir kere bir başbakan ya da cumhurbaşkanı nasıl birilerinin inine girer pozisyonuna düşebiliyor? Böyle bir yetkiyi nereden alıyor? Birilerine suç isnat etmek, böylelerini derdest edip yargılamak ne zamandan beri yasaların yargılama yetkisi vermediği birileri tarafından kullanılır hale geldi? İnsan, Sayın Cumhurbaşkanını dinleyince, bir an için düşmanın inine girip onları tek tek temizlemeye yemin etmiş bir ordunun başındaki komutanı tasavvur etmekten kendini alamıyor. Oysa bunu söyleyen seçimle gelmiş bir cumhurbaşkanı. Karşısında inlerine girilip yok edilecek bir düşman gücü yok. Olsa olsa suç işlediği iddia edilen kişi ya da gruplar var. Bir hukuk devletinde bu tür iddiaların gereğini yapacak olan yargıdır. Adaleti yerine getirecek bağımsız ve tarafsız yargıdır. Bir hukuk devletinde birilerinin (bu kişi cumhurbaşkanı olsa bile) kendini adli kolluğun ve mahkemelerin yerine koyması düşünülemez. Bir hükümetin bu tür durumlarda yapacağı şey yargının kendi fonksiyonunu yerine getirmesini kolaylaştırmaktır. Varsa, elindeki bilgi ve belgeleri yargılamanın adil bir biçimde gerçekleşmesi için ortaya koymaktır.

Ama hayır, bir başbakan ya da cumhurbaşkanı kılıcını çekip birilerinin inlerine girmekten söz ediyorsa orada artık bağımsız bir yargıdan, adil bir yargılamadan ve hukukun üstünlüğünden söz edilemez. Bu tür durumlarda, yargı ve benzeri kavramlar görüntüyü kurtaran bir kamuflaj malzemesine dönüşebilirler en çok.

İkincisi; AKP iktidarının, Gülen Cemaati ile yaşadığı şunca ilişki biçiminden dolayı hiçbir sorumluluğu yok mu? AKP, Gülen Cemaati’nin devlet içindeki bunca kadrolaşmasından dolayı neden doğru dürüst bir özeleştiri vermez? Cemaat’in bunca partizanca bir biçimde kadrolaşmasının, ne çok insanın hak ve hukukunun çiğnenmesi pahasına gerçekleştiği hiç düşünüldü mü? Bu kayırmacılık ve adaletsizliğin ahlaki ve hukuki vebali konusunda hiç doğru dürüst bir muhasebe yapıldı mı?

Üçüncüsü; diyelim ki Cemaat AKP’ye ihanet etti ve ona ilk fırsatta darbe yapmaya kalkıştı. Peki, Cemaat darbe yapamaya kalkıştı diye, 17-25 Aralıkta ortaya fışkıran gayri meşru para kutuları, kasalar ve ses kayıtları neden buharlaşıp ortadan kaybolsun? Hükümet kendisine karşı darbe girişimini bastırırken, neden kendisine dönük bütün o iddiaların üstünü örtsün? Başbakanın danışmanı Etyen Mahçupyan’ın geçenlerde altını çizdiği gibi, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları hala hükümetin sırtında bir kambur olarak kalmaya devam ediyor. Devlet içinde paralel yapı kurmakla, rüşvet ve yolsuzluk çetesi oluşturmak arasında hiçbir fark yok. İkisi de yasa dışı, her iki faaliyet de gayri meşru ve suç. Yolsuzluk ve çeteleşme bir madalyonun iki yüzüdür ve bir devlet ve toplum için aynı derecede çürütücü etkileri var. Bir suçun üzerinde giderken, ucu sana dokunur diye bir başka suçu örtmek, görmezden gelmek ne adalete sığar ne de hukuk devletine uygun düşer.

Hükümetin her şeyi ama her şeyi iktidarını sürdürmek yönünde araçsallaştırdığına ilişkin açık bir durum var ortada. Türkiye’nin düze çıkması için, AKP hükümetinin bu bakımdan kendi pozisyonunu gözden geçirmesinde sayısız yarar var.

Devlet her türlü paralel yapılardan, hukuk dışı odaklardan, rüşvet ve yolsuzluk çetelerinden arındırılmalı. Bütün bunlar linç kampanyaları, siyasi intikam gösterileri eşliğinde değil, yasal ve anayasal prosedürlerin öngördüğü hukuk ilkeleri çerçevesinde hayata geçirilmeli.

Bunun için öncelikle ve gerçekten işleyebilir, her türlü vesayetten bağımsız ve tarafsız bir yargıya ihtiyaç var. Öyle bir yargı olsun ki, bir gün iktidar partisinin de işi düştüğünde, onda gönül rahatlığıyla adalet arayabilsin.

Özgür bir basın, bir ülkede rüşvete, yolsuzluğa, hukuksuzluğa karşı işleyebilecek en önemli denetim mekanizmasıdır. Özgür bir basın kamunun gözü, kulağı, sesidir. Özgür bir basının fonksiyonunu yerine getirmesi demokratik sistemin odak noktası haline getirilmeli.

Düşünce ve ifade özgürlüğü olmadan demokrasiden, demokratik işleyişten söz edilmez. Özgür bir basının varlığı da esas olarak düşünce ve ifade özgürlüğünden geçer.

Operasyonlarla siyasete ve topluma dizayn vermek yerine, devlet ile toplumu oluşturan bütün kurum ve farklı kesimler arasındaki ilişkiyi evrensel hukuk kuralları ve eşitlik ilkeleri temelinde yeniden inşa vakti çoktan geldi.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.