23 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara8°C
  • İzmir9°C
  • Berlin3°C

OPERASYON

Ahmet Altan-

19 Mart 2011 Cumartesi 10:37

Kalamış, öğlen vakti sessizdi.

Sakin bir bahçede, bir baba ve iki oğul, üçümüz geniş bir şemsiyenin altında oturduk.

Ürkek bir yağmur, cama vuran küçük bir çocuk eli gibi minicik pıtırdılarla şemsiyeye vuruyordu.

Grileşmiş, ürpertili bir deniz gözüküyordu uzaktan.

Babam her zamanki coşkusuyla Necip Fazıl’dan şiirler okuyordu.

“Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum”

“Necip’le” yaptıkları konuşmaları anlatıyordu, onun hikâyelerini, eğlenceli anekdotlarını, gülüyorduk.

Şiirden söz ediyorduk, edebiyattan.

Babam, haklı ve gizlenmiş bir küçümsemeyle politik yazılar yazmamla dalga geçiyordu, “aşçıları eleştiriyorsun ama ya malzeme kötüyse...”

Sonra şiire devam ediyordu.

“Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.”

Babamın sesi, Necip Fazıl’ın muhteşem dizeleri, sümbülî bir gökyüzü, ürpertili bir deniz, ıssız bir bahçe, usul bir yağmur, iyiydik.

“Artık yaşlanıyorsun” diyordu babam, “git biraz oğlum, git dinlen biraz.”

Babaların evlatları için hiç bitmeyen endişesiyle beni sakınmaya uğraşıyordu.

Benim gazeteye dönmem gerekiyordu, babamı, Mehmet’i, şiiri o bahçede bırakıp gitmek için ayağa kalktım.

Babam, Nazım’ın o ünlü dizelerini söyledi.

“Bugün Pazar
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.”
Sonra öfkeyle ekledi, “bir ülke şairine bunu yazdırır mı, utanmaz mı hiç...”

Gazeteye geldiğimde, bir ülkeden başka bir ülkeye gelmiş gibiydim, beni bekleyen haberler üzücüydü.

Bingöl’de operasyon başlamıştı, PKK’lı gerillalar ve bir korucu öldürülmüştü.

Nevruz’a iki gün kala gene kan dökülmüştü.

Ölen çocuklara üzüldüm, Nevruz bayramının bu kışkırtmayla büyük bir öfke patlamasına dönmesinden korktum.

Babamın sesiyle Necip Fazıl’ın dizeleri dolaştı içimde.

“Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.”

Hep ölüm üstünden yönettiler bu ülkeyi, hep zulüm üzerinden yönettiler.

Barıştan korktular.

Kaç kuşak, kaç ömür tüketti bu ülkede insanlar daha iyi yaşasın diye.

“İnsanlar iyi yaşasın” diyenleri hapislere attılar. İnsanları öldürdüler de ne oldu?

Kendileri de öldüler.

Bugün öldürenler de bir gün ölecekler.

Nevruz’a kan bulaşırsa çok mu iyi olacak, iki gün daha fazla iktidar için çocukları öldürmek, ömrünüze iki gün daha mı katacak?

Bunları önlemek mümkün aslında.

İşleri sadece yönetenlere bırakmasak önleriz ama öyle şiirsiz bir çoraklık içinde çarpıttılar ki bizi, bize benzemeyenlerin ölümünden üzülmez olduk, kızdıklarımızı öldürenlere kızmadık.

Hiç kimse kenara çekilmesin, bütün ölümlerden hepimiz birden mesulüz, babam haklı aslında, “aşçılar kötü ama malzeme de pek iyi değil...”

Olan çocuklara oluyor.

Ölüyorlar.

Siz de bu ölümleri durdurmuyorsunuz, ağzınızı açmıyorsunuz, isyan etmiyorsunuz, sesinizi çıkarmıyorsunuz, hesap sormuyorsunuz, ölenler “sizden” değilse ölümü umursamıyorsunuz.

Bazen sıkılıyorum bu ülkeden.

Kendi mutluluğundan vazgeçen bu körlük, işleri hep yöneticilere bırakan bu aldırmazlık.

“Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.”

Böyle günlerde o hayal ürkütüyor beni.

Gördüğüm şey, yaşamanızı istediğim şey değil çünkü.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.