ÖNDERLİK HALLERİ!
Yavuz Delal
29 Mayıs 2014 Perşembe 11:18
İslam’ın temel kaynağı Kur’an, tekvini ve teşrii yasaları, yani oluşsal ve kılgısal yasaları Yüce Allah’ın iradesine refere ederken bu yasaların kavranabileceğini sürekli tekrarlayarak, insanın, aklına güvenebileceğini; “iyi”nin ve “kötü”nün ne olduğu konusunda ruhban veya ruhani görünümlere, mistik büyücü veya kâhinlere ve dünyevi veya “uhrevi” otoritelere muhtaç olmadığını; oluşsal ve kılgısal yasaları çözümlemiş aklın “iyi” ve “kötü” hakkında kendi kendini dayanak kılabileceğini belirlemiştir.
Hudeybiye’de antlaşma yapmak, savaşta hendek kazmak, hicrete karar vermek, muâhâtı ilan etmek, vesika imzalamak gibi açık bir ilahi emrin bulunmadığı İslam tarihinin çok temel konularında, kaçınılmaz olmayan savaş riskine karşı barışın, saldırıya karşı savunmanın, baskıya karşı göçün, ihtiyaca karşı dayanışmanın, sosyo-politik kaosa karşı birlikte yaşamanın “iyi” olduğu, tersinin ise “kötü” olduğu akla dayanarak elde edilmiştir.
Kur’an’ın “bilmediğinin ardına düşme; İsrâ, 36” mutlaka “aklına danış; Rad, 4” önermesi, ilk çağ İslam toplumunun bütün çabası ve elde ettiği başarısı için temel bir ilke olmuştu.
Toplumsal bir varlık olan insanın sürü potasında erimemesi için kendi şahsiyetiyle insanı “özerk” kılan ve onun özerkliğine onun aklını “dayanak” kılan İslam, insanın akli dayanağıyla tesis ettiği özerkliğinin, mutlak gerçekle yakınlaşmasının merkezine ilahi mesajı koymuştur.
Özerk insanın batıni ve zahiri bağlılığının yalnızca Allah’a karşı olduğu, bu bağlılığın da kuru softa ruhanilik, ruhbanilik, kâhinlik veya otoriteryanilik gibi aklı aşağılayan kurumlarla değil bizzat insan aklıyla temin ve tesis edildiği bilgisinden yoksun kalan insan (ve Müslüman insan), çağımız da dâhil, çağımıza gelinceye dek uzun bir zamandır aklı dışarıda tutulmak dolayısıyla itikadi, ameli ve ahlaki bir kargaşa ortamı içine kendini attı.
Aklı iptal eden, insanın özerkliğini yok sayan bu ortam ancak akli bir özerklik bağıntısıyla (bkz. Âli İmrân, 7) gereğince anlaşılması mümkün olan ilahi mesajların yol göstericiliğini, “iyi” ve “kötü”nün anlaşılması bakımından bir “bana veya bize görelik” esasına mahkûm etti; ve objektif ahlaki ilkeleri ortadan kaldıran sübjektif bir inanç ve bir tutum egemen olmaya başladı.
Her ne kadar ilahi mesajı anlamaya muktedir olan akla dayanan insanın özerkliği ve bu bakımdan özgürlüğü büyük oranda tahrip olduysa da insan değersiz ve kuralsız yaşayamayacağından, sübjektif inanç ve tutumlar kaçınılmaz olarak insanı aklı hiçleştiren değerlerin ve kuralların kölesi yaptı. Böylece insan (ve Müslüman insan), yani ilk dönem İslam tarihinin özerkleşmiş insanı, kabile sosyal yapısında kaybolan insana geri döndü; partide, cemaatte, örgütte, millette ve devlette kaybolan insanlar oldu: Aklı iptal ederek özerkliğini ve ilahi mesajın muradını hakkıyla anlama kabiliyetini yitiren ve fakat yine de değersiz ve kuralsız yaşamayan insan, özerkliğinin yerine değer ve kuralların yegâne ölçütü olarak parti, cemaat, örgüt, millet ve devleti koydu.
Özerkliğini ve dolayısıyla akli dayanağını elinin tersiyle aşağılayan insan, bunun sonucu olarak akılla açıklanması gereken yaşadığı bütün sorunlar için kurtarıcı mehdi veya mesih bekleyişine girdi. Böylece güçlü ve efsunlu önderlikler; parti, örgüt, cemaat, millet ve devlet karizma liderleri ve güçlü maddi olgular, güçlü manevi içerikler ve başarısına inanılan idealler değer ve kurallar için kaynak oldu. Artık özerkliğin dayanağı akıl ve akla hitap eden ilahi mesaj, değer ve kuralların kaynağı değildir; güya bunlara tasallut eden veya bunları “iyi”yi ve “kötü”yü belirleyen değer ve kurallar adına temsil eden yeni ruhaniler, ruhbanlar, kâhinler ve otoriteler vardır. Kaynak artık bunlardır…
İslam insanın özerkliği için aklı ona dayanak yaptı, ama Müslüman meseleyi tersinden anlayıp Allah’a kul-köle (abd) olma adına aklı iptal ederek dünyevi ve güya uhrevi otoriteleri değer ve kurallar için kendine kaynak kıldı.
Kendine inanmayan, değer ve kurallarını dünyevi ve “uhrevi” otoritelerin belirlediği bu insan, Allah’a ve Allah’ın yücelttiği akla hakkıyla nasıl inanabilir… Akla tasallut eden, inancına yön veren, “iyi” ve “kötü”yü belirleyen dünyevi ve “uhrevi” önderliklerden nasıl kurtulabilir…
Önderlik kaçınılmazdır; ve hem olumlu hem de gereklidir. Ama aklı dayanak yapıp, bu dayanağıyla ilahi ve beşeri bilgiyi anlaması gereken insan, özerkliğini ve özerkliğinin temel yapı taşı olan akli melekesini “anlama” dışında tutunca önderlik onun adına irade sahibi olan bir büyücüye ve değer ve kuralların kaynağı olan bir ölçüte dönüşür.
Bu seviyede olan insanı hangi önderlik elinden kaçırmak ister ki… Bu seviyede olan insana hangi önderlik ben sizin iradenizim demez ki… Bu seviye de olan insanı hangi önderlik Allah adına kendine kul-köle yapmaz ki… Bu seviyede olan insana hangi önderlik değer ve kuralların temel kaynağının kendisi olmadığını söyler ki…
Bir makam olarak önderlik hikmetlidir; onun hikmeti ise toplumsal yaşam için gerekli olmasıdır. Yoksa aklı dayanak yapmayan, insanın kendisine insan aklını değil de kendisini insana dayatan hiçbir önderde hiçbir hikmet yoktur…
Önderler kaynak yapılmamalı, çünkü önderler kendi fani varlığıyla sınırlıdır; ve eğer vahyi gereği gibi anlamanın esaslı şartı akıl ise, akıl kaynak yapılmalı çünkü akıl fani olsa da insanlıkla kadim ve insanlıkla daimdir!
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.