‘ÖNCE İNSAN’ DEMEDİKÇE
Nabi Yağcı
27 Ekim 2011 Perşembe 08:48
Kanayan yaraya bıçak sokmak…
Van depremi bir büyük felaket oldu. Acılara çare olamayacağı için sözün gerçekten bittiği yer burası belki de. “Geçmiş olsun” desen olmuyor, demesen olmuyor. Bu kaçıncı deprem felaketi ve hep aynı sorumsuzluklar tablosu var kaşımızda, geçmiş olmuyor yani.
Onca insanın kaybını, halen enkaz altında nefes almaya çalışanları, çoluk çocuğunu, yakınlarını kaybedenlerin yıllar boyu katlanmak zorunda olacakları yürek acılarını, bastıran acı soğukları düşünürken yetmezmiş gibi bir de ırkçı nefret söylemiyle karşılaştık.
Bir iki tv programıyla sınırlı da olsa dile gelmiş olan bu ırkçı nefret söylemlerini burada ne tekrar etmek istiyorum ne de bu zavallı sözlerin zavallı sahiplerinin adını anmak. Yüzleri kızarmayan bu utanmazlar hepimizin yüzünü öyle bir kızarttılar ki deprem felaketinin içimizde açtığı yaraya bıçak soktular. Bu sözcüğü iktisatlı kullanırım ama şimdi tam yeridir, bu zihniyet tipik faşist zihniyettir. Ellerinden gelse Hitler’in Yahudilere yaptığının aynısını Kürtlere yapacak, bir halkı gaz odalarında topyekûn yok etmek isteyecekler. Ellerinden gelmediği için doğanın bu yöre halkına verdiği acı nedeniyle Tanrıya duacı olmakla yetiniyorlar.
Bu ırkçı nefret zihniyeti midemi bulandırıyor.
Ama bu bulantı duygum yeni değil. Batıda yaşıyorsanız ve çevrenize duyarlı biçimde kulak kabartıyor, sözcüklerin “edasını” yakalayabiliyorsanız ırkçı nefret söylemlerinin hiç de yeni ve arizî, gelgeç olmadığını görebilirsiniz. Bir tv programında bir sunucunun veya bir konuşmacının dile getirdiği bir söz yalnız o kişiye özgü orijinal bir söz olamaz. En azından bu kişilerin çevresinde paylaşılan bir düşüncenin dışa vurumudur. Bu nedenle Van depremi sonrasındaki bu utanmaz laflar, “tekil örnektir, önemli değil” denerek hafife alınmamalı. Önemsenmeli. Ve sorulmalı:
Savaş ne hale getirdi bizi?
Tarih kitaplarında, derslerde bir ırkın ötekine üstünlüğü üstüne kurulan zihniyet dünyasının tohumları şimdi kamu alanında da filizleniyor. Filizlenme ortamını hazırlayan etmen ise otuz yılı aşkın süren savaştır. Eğer bir tarafın mağlubiyetiyle bitiyorsa hiçbir savaş gerçekte bitmez ve gerçek barış hiçbir zaman gelmez. Savaş baltaları gömülür, gelecek bir zamanda yeniden çıkarılmak üzere. Her savaş yeni bir savaşın nedenidir. Silahlar toprakta gömülüdür ama toprağın üstünde nefret ve intikam duygularının zehirli çiçekleri açar.
Silahlar sussun çağrısı elbette insani bir çağrıdır ve yerindedir, ama yetmez. Hemen beraberinde bir zihniyet temizliği ve seferberliği yapılmak zorundadır. Bu temizlik otuz küsur yılın yaratmış olduğu ırkçı nefret duygularından arınma seferberliği olmalı. Fakat yalnızca laflarla, “sev kardeşim” türküleriyle olmaz bu iş.
Tarihsel olarak mağdur durumda olanın mağduriyeti teslim edilmeli, kabul edilmelidir. Osmanlı ve devamında Kürdistan bir iç sömürge muamelesi gördü. Batı ile doğu ve Güneydoğu arasındaki yaşam koşulları açısından çok belirgin olan uçurum salt “ihmal” gerekçesiyle açıklanamaz. İhmal bile olsa adama sorarlar onlarca yıl nasıl sürdü bu ihmal?
Lafı dolandırmayalım, yukarıda “utanmaz zihniyet” dediğim nedenle sürdü.
Savaş harcamalarının hesabı yapılmalı
Ordunun harcamalarının Sayıştay denetimi dışında kalmasını, şeffaf olmamasını haklı olarak eleştiriyoruz ama hepsi bu mu? Devletin savaş harcamaları denetlenmemeli mi, nasıl ve kim denetleyecek? TBMM bu güce sahip mi?
Bu soruları sormadan Van depreminde gözyaşı dökmek timsah gözyaşları dökmektir. Şimdi rakamlar aklımda değil, gerek de yok, toplama çıkarma yapmasını bilen her kişi durumu kestirebilir, otuz yılda terörü önleme gerekçesiyle harcanan paraların yüzde biri bile yalnız Van değil ciddi deprem tehdidi altında olan her yerde ciddi önlemler almaya yeterdi.
Şu anda sürmekte olan sınırötesi operasyonlar için harcanan ve harcanması öngörülen paralar, bu operasyon derhal durdurularak Van’a akıtılmış olsa, hükümet böylesi alkışlanacak bir karar almış olsa işte o zaman zihniyet değişikliğinin ilk adımı da atılmış, temizlik başlamış olurdu.
Çünkü zihniyet değişiminde kritik eşik aşılmış olur ve “önce insan” demeye başlardık. Elbette her devletin güvenlik sorunları olacak, elbette buna para ayrılacak, ama kritik denge ülkenin geleceğini “güvenlik faktörünü” öne alarak değil “insan faktörünü” öne alarak düşünmek ve plânlamakta yatmakta.
Önce insan demeyen eski güvenlik devleti politikaları sürmekte maalesef. Savaşta da depremlerde de kayıp canların asıl sorumlusu işte bu politikalardır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.