ÖLÜMÜN RESMİ; BU ÜLKEDE İŞÇİ OLMAK…
Ersin Tek
27 Mayıs 2010 Perşembe 11:39
Ölümünüzü soruyorlar bize, uzaktan gelenler
Başımız önümüze düşüyor çaresizlikten
Konuşamıyoruz
Sözcükler boğazımızda kalıyor
Susuyoruz
Yine de;
Erken gidişinize inat ağlamıyoruz
Her yerde emeğiniz var çünkü
Başımızı eğmiyoruz daha, direniyoruz…
Gündem yine ölümlerle sarsıldı… Evet, maalesef gündem de yine maden işçilerini trajik ölümleriyle sarsıldı. Maden işçilerinin çaresiz ölümlerini ve arkalarında bıraktıkları gözü yaşlı ailelerin feryadlarını seyrediyoruz. 1955'ten bu yana süregelen ölümler... O yıldan beri ölen işçilerin sayısı bugün itibariyle, 2 binleri geçmiş bir halde. Yaralanan işçilerin sayısı ise üç yüz binlerin üzeri olduğu söyleniyor.
Ve bu ölümlere, Türkiye’de son altı ayda yaşanan üç maden kazasında hayatını kaybeden 63 kişi daha eklendi. Madenlerde meydana gelen kazaların hemen hemen, tamamı grizu patlaması sonucu oldu. Nasıl bir şey bu? Kimse bize anlayacağımız bir cevap vermiyor. Neden? Korkuyorlar mı? Bilmiyorlar mı?
Bildiğimiz tek şey; Türkiye, bu konuda Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü… Aslında Türkiye sadece, ucuz bir can pazarı.
Maden işçisi taşeron firmaların insafına terk edilip, can o kadar ucuz görülüp, sahip çıkılmazsa ve bu mesleğin kaderidir, denilirse… Bu haberleri daha çok duyacağız.
Devletin hataları var, günahı büyük. On yıllardır yurttaşlarına vermesi gereken yaşam standardını veremedi, kendisi de olması gereken standardı ve şefkati yakalayamadı gitti. Bu gidişle de zor! Peki, sorun nedir? ‘‘Neden kömür işçisi ayda ortalama 900 lira maaş almakta. Her işçi, günde ortalama 5 ton kömür çıkarmakta. Türkiye Taş Kömürü Kurumu’na göre çıkarılan kömürün bir tonu 354 liradan satılıyor. Neden? Can güvenliği nasıl sağlanır? Düşünüyor musunuz? Sadece maden işçileri değil, diğer işçilerde böyle sorunlarla karşı karşıya, ne yapacaksınız bunlara?..." diye soruyoruz.
Tabi dişe dokunur bir cevap yok daha! Bunlardan bir cevap beklemek de abes zaten…
Gelişmiş toplumlarda, sistemler yurttaş merkezli işler. Ben azından biz böyle biliyoruz. Yani sistemin bütün yaptırımları, kendi yurttaşının refahı, huzuru ve güvenliği içindir. Ne var ki Türkiye sisteminde yurttaş merkezli işleyen bir yaptırım yoktur. Her şey yurttaşı aleyhine kurulmuş sanki. Zaten böyle olmazsa, bu çarpık sistem nasıl ayak da duracak ki. On yıllardır yurttaşların yaşadığı sorunların hiçbiri ciddi bir tartışmadan, eleştiriden, değerlendirmeden ve sorgulamadan geçememiştir. Bu kadar trajediye, bu kadar çarpıklığa, bu kadar zulme rağmen devlet hep haklı olma konumunda görülmüş ve devlet de bu konumunu hep onaylatmıştır hepimize.
Artık yeter!
Kendini kutsal sayan ve de kutsallaştırılan devlet, düşünce yoksunluğunu, sürüleşmiş bireyleri, köleliği ve sömürüyü yaratır durur. Sistem, yurttaşlarının düşünmemesi ve eleştirmemesi için her türlü teknolojik zenginliği kullanır, ancak bu zenginliği yurttaşlarının hizmetine sunmaz. Böylece devletin kutsallığı garantiye alınmış olur.
Aslında maden işçilerin, diğer işçilerin, askerlerin ölümlerinin, bu kutsallığa bir gölge düşürmemesi için, ya örtbas edilir, ya da olmadık nedenlere bağlanılır. Böyle bir döngüye mahkûm etmişlerdir bizi. Bu çarpıklığa bağlılık yemini etmemizi ve de inanmamızı bekliyorlar. Ama hayır, yapmayacağız!
Ve susmayacağız, bağıra bağıra hesap soracağız!
Belki orda o işçilerinin, o cehennemde daha güvenli bir şekilde çalışmasını ve korunmasını sağlayacak teknolojiler kullanılabilir ve önlemler alınabilirdi. Tabi biliyoruz ki; savaşa, ölüme adanmış milyon dolarlar burada kullanılamaz. Çünkü canlar değersiz ve ucuzdur, bu sistemin gözünde.
Devlet ve işbirlikçi muhalifler o kadar patronlaşmışlar ki, zulümlerine kimse karşı koyamaz artık. Sendikalar mı? Atın çöpe gitsin hepsini. O sendikalarda dönen dalavereler ve haksızlıkların haddi hesabı yok. Hele birde devletle kirli pazarlıkları, işbirliği içinde büyümeleri, örtük yaşamları, emekçilerin daha çok ezilmesini sağlıyor.
Ezilmenin ve en büyük belirtisi, ezilenlerin bugün parçalanmış bir kafa yapısına sahip olmaları ve ölümün sıradanlaşmış olmasıdır. Nasıl bir durum bu? Vahim. Hem de çok vahim bir durum. Bir can, haksız, yanlış, aptal ve çürümüş yapılar yüzünden ölüp gidiyor. Kimse adam akıllı iki laf etmiyor, edemiyor. Tam bir çöküş. Beşeri ve geçici olan kutsallaştığında, olacağı budur. Ezilenler çoğalır, zulüm unutulur ya da her şey kader olarak yutturulmaya çalışılır. Ve bunun sonrası, birbiriyle didişmeye başlar ezilenler.
Trajedi büyük, işin sonu vahim…
Aylarca önce, yine bir grizu patlamasında ölen işçilerin haberleri düşmüştü medyaya. Tam o sıralarda, Ergenekon davasıyla ilgili yeni gelişmeler oluyordu. Ve bir TV kanalının spikeri, bu patlamayı Ergenekon da gelişen durumlar engellemek isteyen kişilere bağlayarak, bu ölümlerin bilinçli ve Ergenekon’daki yeni gelişmelerin örtbas edilip ve gündemden düşmesi için gerçekleştirildiğini ima etmeye çalışıyordu. Şimdi gülelim mi, ağlayalım mı? Bu komplo teorisinin gerçek olup ve olmaması bir tarafa, insan canı birileri için ne kadar ucuz ve kirli hesaplar için nasıl bu kadar kolay yok sayılabiliyor. Bu ülkede hep bunu gördük.
Acımız büyük. Sorunlarımız büyük. Ama direnişimiz hâlâ büyük değil… İşte bunu iyi düşünün…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.