ÖLÜM ORUCU KİMİN CEZASI
Cihan Aktaş
01 Kasım 2012 Perşembe 06:15
Bayram günlerinde, “bir oyunun sevincini paylaşmayı mümkün kılan bir bağlamda yetişip erişmeye açılarak yeniden kardeş olunamaz mı...” diye sordum bir yerde, dünyadan habersiz olduğumu öne süren yorumlar duymayı göze alarak.
Ciddi bir krizin ortasında olduğumuzu, atılacak tek bir adımın siyasal bağlamda bambaşka karşılıkları bulunduğunu görmüyor muyum?
“Trajik çatışmanın sonu gelmez ve korkunç dengesiyle yerleştiği yerlerde haklıyla haksızın konuştuğu bir dil bulunmuyor. Gerçekten de, bu noktaya gelmiş insanlara, ya uzlaşın ya da birbirinizi cezalandırın’dan başka denecek bir söz bulunabilir mi?” diye yazıyor Rene Girard, Şiddet ve Kutsal’da.
Fakat Girard’ın “ya/ya da”sının arasında bir yerde, başka türlü konuşmayı mümkün kılan bir bayram aralığı vardı; hâlâ var. Sorunları mübarek zamanın zemininde İbrahimî bir bilinçle görmeye çağırırken tarafları eşit kılan bayram iklimi barışa ve umuda kapı açabilirdi, aslında zaten onun için gelmişti, o sebeple kutlanıyor olmalıydı ki hâlâ orada, geçip gitmiş değil, geçip gitmiş olamaz bu şartlar altında...
“Kurban” misali bir bayram herhâlde haydi yaşlıların ellerini öpmeye gidelim ve ne güzel, kurban eti yiyeceğiz öğle yemeğinde, gibi bir alımlamanın ötesinde, zor geçiş anlarını kolaylaştırmayı, nefsinin kaldıramadığı adıma cesaret etmeyi mümkün kılacak açıklamalara sahip; Hz. İbrahim’e indirilen kurbanın kasaplıkla, sofralar donatmakla ilgisi olmayan felsefesi üzerine düşünürsek. Devlet dili pekâlâ kendine yakıştıramadığı cümleleri bayram sevincine yorarak Girard’ın altını çizdiği uzlaşma seçeneği için geliştirebilirdi; onca danışman niçin var...
Hayır, hayatla oyun ve inatlaşma olmamalı.
Canların emniyetini sağlamaya dönük endişe ve sorumluluğu hatırlatan Veda Hutbesi’ni döne döne yeniden okuyalım. “Mahkûmlar göz göre göre ölmesin”, diye cümleler kurdum twitter’da ve “Açlık grevi yapanlar ile ortak menfaatiniz mi var? Ya da açlık grevinden ortak beklentiniz mi var? Değilse karışmayın. Ölsünler” şeklinde zifiri karanlık karşılıklar geldi önüme. Böyle bir mantık karşısında donakaldığımı söylemeliyim; hepimiz mal, can ve haysiyetlerimizle birbirimize emanetiz Hayat Veren’in nezdinde.
Nuri Pakdil, “İnsan seni savunuyorum sana karşı” derken ne demek istemişti acaba...
“Hayat Haklı Çıksın” başlığıyla bir twitter hesabı açıldı, deklarasyon için milim milim yol alınabiliyor ancak. Canlar tükenirken, daha fazla gecikilmeden bir şeyler yapılsın, birileri harekete geçsin, işte bunu dilemenin ancak bir menfaat beklentisine bağlanması, ölüm orucundaki mahkûmların içine itildiği derin yalnızlığı açıklıyor elbet. Söylenmesi gereken cümleyi her taraf karşısındakinden bekliyor. Bir yanda başkasının tükenen canı üzerinden anlam üretmeye çalışırken apaçık kul hakkına giren vekillerin tırmandırdığı gerilim, diğer yanda ise bedenleri tükenen insanlar karşısında acilen bir şeyler yapılmasını talep edenlerin tutumunu bir menfaatle ilişkilendirme örneğinde son noktasına taşınan kara niyet... Hükümet bütün elinde olmayanlarla birlikte her şeye rağmen bir şeyler yapsın, yapabilir diye umuyoruz, beklediğimiz açıklama gelmiyor.
İnsanlar büyük acılar yaşadıkları için bir yerde yaşamaktan vazgeçmeyi göze alıyor, ölüm orucu yoluyla kendileri açısından değerli bir geleceğe katkıda bulunmayı umuyorlar. Ancak bu yolla mazlumlara, mağdurlara sundukları sahici bir umut ve direniş arzusu olabilir mi... Ölüm oruçlarından medet uman bir örgüt, yaşanmaya değecek bir hayat ve gelecek vizyonu önerebilir mi takipçilerine...
Birilerinin kendi bedenlerinden eksiltmeden sürmekte olan ölüm orucundan kekeme bir dille anlamlar üretmeye, politikalar geliştirmeye çalışması, kime hangi masum sebeple anlaşılır gelebilir ki...
Zamanında açılmış ve kanamaya devam eden, şifa götürmek üzere yaklaşılmayı bekleyen yaralardan biri, karşısında seyirci kaldığımız; Cumhuriyet’in kazanımları hanesine kaydedilemeyecek marazi bir bakışın eseri bir yara. AK Partili dostlar düşünmeli ki o mahkûmları canından bezdiren bir vatandaşlık ve tebaa algısı, bir dönemde partilerini omuzlarında yükselten kesimlere de kan kusturmuştur; hâlâ da tamamen sorgulanmamış bir algıdır bu.
Canından vazgeçen insanı muhatap almalısınız, bu “hayat”ın hakkı her şeyden önce ve “Diriliş” felsefesi de derinde, başka neydi ki... Canlar eriyor orada ve olan mustazaf mahkûma, gariban aileye oluyor, olup biteni siyasal bir mücadele mantığından öte görmeye hiç hevesli gözükmeyen vekile değil. İnsanları seyirci kalmakla suçlayanlar, bu ölümcül grevi tek kelimeyle bitirebilirler.
Zulmü, haksızlığı, adaletsiz olanı, bir hakkı sahibine teslimde eksik ve kusurlu olmayı kendimize yedirdiğimiz ölçüde, hepimiz sorumluyuz bu birbirini cezalandırma yarışı karşısında.
Şehriyar yıllar sonra karşısına çıkan vefasız gençlik aşkına, “Geldin canım ama niye bu kadar geç” diye soruyordu şiirinde. Kanamalar dindirilebilecek, canlar henüz kurtarılabilecekken vaziyete seyirci kalmayı sürdüren hiçbir açıklama mantıklı gelmiyor.
Kelimeler anlamını yitiriyor tükenen bedenler karşısında, ki bayramın bile gücü yetmemişti tevazuu, merhameti, tazelenmiş bir anlayışı sağlamaya; kalem klavye ne yapsın...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.