24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara1°C
  • İzmir7°C
  • Berlin3°C

ÖLMEYE YATMA ‘TALİMATI’NI ASLINDA KİM VERDİ

Demiray Oral

29 Ekim 2012 Pazartesi 08:20

Pişmanım.

Açlık grevleri hususunda medyadaki suskunluğa keşke laf etmeseydik.

Keşke sürseymiş bu “suskunluk grevi”.

Hadi bakalım, medya konuşuyor artık mevzuu. Önce “yaşam hakkı”, “hayat kutsaldır” kabilinden birkaç “insanlık klişesi” fışkırtılıp ardından sadede geliniyor.

Ölüm riskine meydan verilirse, devlet psikolojik mevzi kaybeder
(miş).

Bu nedenle cezaevlerindekiler gerektiğinde zor kullanarak tedavi altına alınmalılar
(mış).

Öcalan keyif adasında keyif çatarken cezaevindeki Kürtler ölüme yollanıyor
(muş).

Asıl beş yıldızlı otellerde takılan BDP’liler ve Öcalan’ın kardeşleri açlık grevi yapsınlar
(mış).

Bu minvalde her türlü yüksek fikir itinayla açıklandıktan sonra da, “açlık grevlerinin bir an önce bitirilmesi temennisi” ile vicdanlar temize çekilip “mutlu son” yapılıyor. Sen sağ, birileri selamet...

Açlık grevi derdine deva olmak yerine gerilimi daha da tırmandırmaya hizmet eden bu söylem içinde en moda olan da sonuncusu.

Yani başta BDP’lilere yönelik olmak üzere, “madem bu kadar haklı bir eylem yapılıyor siz neden katılmıyorsunuz” gazı vermek.

Açlık grevine yeni insanların katılmasını sağlamaktan başka bir amaca hizmet etmeyecek bir muhabbet bu da. Taşıdığı mantığın ise bunu söyleyenlere, birinin çıkıp “madem yaşam hakkı konusunda bu kadar hassassınız, açlık grevlerinin bitmesi için siz neden açlık grevi yapmıyorsunuz” demesinden farkı yok.

Nasıl, böyle yazınca saçma geldi di mi? Saçma elbette, tıpkı üvey kardeşi olan söylem kadar.

Sayısını bile tam olarak bilemediğimiz yüzlerce insan bu memleketin cezaevlerinde gün gün ölüme yaklaşıyor. Greve ilk başlayanlar 50. güne ulaşmak üzere.

Peki, asıl derdimiz ne?

Açlık grevinin bir önce bitmesi mi, yoksa ne olursa olsun “devletin mevzi kaybetmemesi” mi?

Eğer birazcık iyi niyetle, gerçekten cezaevlerinden tabutların çıkmasını istemiyorsak yapmamız gereken, şunu bunu açlık grevine davet etmek değil, cezaevindekilerin talepleriyle ilgili tatmin edici neler yapılabileceğini tartışmaktır.

Büyük bir keşifte bulunmuş misali “cezaevlerindekiler PKK’dan talimat alıyor” diye yazılar döktürmek yerine, nasıl oluyor da bu insanlar haklarını elde etmek için yaşamlarını ortaya koyacak kadar kendilerini çaresiz hissediyorlar sorusunu düşünmek gerekir.

Açlık grevleri hususunda “psikopata bağlayan” medyada neyse ki bu soruların peşine düşen haberler de çıkıyor hâlâ.

Yüzlerce Kürdün hayatları pahasına açlık grevini bir yöntem olarak seçmelerinin arkasındaki psikolojiyi yansıtan o haberlerden birini bugün Akşam’da okudum.

Helin Alp
, Diyarbakır Cezaevi’nde açlık grevini başlatan ilk grupta yer alan, KCK tutuklusu 26 yaşındaki Mazlum Tekdağ’ın annesi ile konuşmuş.

Anne Aysel Tekdağ, Mazlum görüşe çıkmadığı için en son iki gün önce telefonla görüştüklerini, oğlunun görme ve işitme kaybı yaşadığını, nefes almakta, yutkunmakta, yürümekte zorlandığını söylediğini, konuşacak takati bile olmadığını anlatıyor.

Onun bir anne olarak yaşadığı acıyı kendi ifadesiyle tarife imkân yok elbette.

Haberin bu ağır dramatik yanı haricinde bize anlattığı bir şey daha var. 26 yaşındaki bir Kürt gencini cezaevinde ölüme yatmaya götüren, bu memleketin ona sunduğu hayat hikâyesi.

Annesinin anlattığına göre daha yedi yaşındayken babası öldürülüyor Mazlum’un. HEP’li olan baba, “orada siyaset yapmayacaksın” tehditlerini dinlemeyince JİTEM tarafından işyerinin önünde güpegündüz öldürülüyor.

Bundan iki sene sonra da Mazlum’un amcası sokak ortasında eşinin yanından alınıyor ve o da kayıtlara “faili meçhul” olarak geçiyor.

Üç kardeşi daha var Mazlum’un, babası öldürüldükten sonra hem okuyup hem parkta dondurma satarak annesine destek olmaya çalışıyor. “Müziği ve dansı seven bir çocuk, halk oyunları öğretmenliği de yapıyordu” diyor annesi onun için ve “babaların, kardeşlerin öldürülmesi bu çocuklar için dönüm noktası oldu” diye ekliyor.

Şimdi o “dönüm noktası”nı düşünelim.

Bu memleket Mazlum’a hangi seçeneği sunmuş, ölüm ya da cezaevi haricinde.

Artık konuşacak takati bile kalmayan onlarca Mazlum bugün bir “talimatla” ölmek üzereyse eğer, bu talimatı asıl veren kim?

Kandil mi, yoksa devletin bu gençlere sunduğu hayat mı?

Mazlum’a, Mazlumlara sunduğumuz hayatları düşünelim ve ya açlık grevlerinin bitmesi için yapılması gerekenlere dair somut bir şeyler söyleyelim, ya da hiç değilse eskisi gibi susmaya devam edelim.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.