ÖLÇÜ
Ali Bayramoğlu
10 Eylül 2016 Cumartesi 09:13
Bazen hatırlatmakda fayda oluyor.
Gülen cemaatiyle ilgili, basında, 2012'de (http://www.yenisafak.com/yazarlar/alibayramoglu/sivri-uc-tasfiye-ve-tedbir-31078) tasfiye gereğinin altını ilk çizenlerden biriyim. Yaşananlara “İslami kesim içi büyük kavga” teşhisini (http://www.gazetevatan.com/rusen-cakir-432670-yazar-yazisi-islami-kesim-icinde-cumhuriyet-tarihinin-en-buyuk-kavgasi-yasaniyor/) ilk koyanlardanım.
Bunlar karşılıksız kalmadı.
Cemaat tehlikesine ilişkin söylediklerim, 2010-2011 Avcı, Şener, Şık, KCK soruşturmalarından başlamak üzere 17-25 Aralık 2013 darbe girişimine ve sonrasına, alınan tedbirlerde meşru siyasi iktidardan yana tavır almama kadar sağ, sol, liberal, İslamcı hemen her meşrepten gelen saldırılara yol açtı. Gülenciler, Gülenseverler, Gülen'e yaslananlar, olup biteni “postmortem” anlayanlar(!) tarafından “28 Şubatçı”, “fişçi”, “fitneci”, “kumpascı”, “iktidarcı-yandaş”, “hırsız”, “oportünist”, “MİTçi”, “Ermenistan ajanı” gibi ifadelerle, bu çerçevede sistematik olarak karalandım.
15 Temmuz darbe girişiminin Gülenciler ve FETÖ konusunda bir kopuş oluşturduğu açık.
“15 Temmuz eşittir Reichstag yangını”, “Yenikapı eşittir Nürnberg” gibi saçmalıklar bir yel gibi geldi geçti.
Demokrasiye yönelik en büyük ve yakın tehdit tüm gerçekliğiyle ortaya çıkmaya başladı.
Ancak başka bir soru ve sorunu da birlikte getirdi. Darbe girişiminin çapı, darbecilerin her yerde olması, mevcut devlet refleksi ve sistemin otoriter eğilimleri dikkate alındığında gerekli tasfiye nasıl yapılacaktı? “Meşruiyet” ve “hukuk ilkeleri”ni gözetecek miydi?
15 Temmuz darbesi sonrası ilk yazılarımdan itibaren, olağanüstü tedbirlerin gereğini teslim etmekle birlikte, bu kez, bu sorunu merkeze aldım, risklere işaret ettim.
Birkaç hatırlatma:
21 Temmuz, “Olağanüstü dönem ve iki dev mesele”:
“Adli ve idari tüm işlemlerde hukuk, adalet, hakkaniyet temel kriter, temel hedef olmalıdır. Türk demokrasisinin geleceğini bu belirleyecektir.”
22 Temmuz, “Keskin viraj”:
“Cemaat kurumlarında çalışmak, cemaatle ilişkiler içinde olmak suç oluşturmaz. Cemaat üyesi olmak da kendi başına bir suç değildir. Suç olan, cemaatin suç organizasyonunda, yönetiminde ve yasa dışı eylemlerinde yer almak olmalıdır. Bu durumda da 'suçun ve cezanın şahsiliği' ile 'masumiyet karinesi' ilkeleri hassasiyetle uygulanmalıdır.”
26 Temmuz, “Bir başlangıcın eşiğinde:
“Dün her muhalif nasıl Ergenekoncu değil idiyse, bugün de Fethullahçı değildir. Böyle dönemlerde bu tür formülleri kullanan, ava çıkan, türlü hesapları görmeye soyunan her girişimin, her mantık yürütmenin zehirli olduğunu, sistemin siyasi iktidarıyla, adliyesi ve emniyetiyle bundan uzak durmasını dilemek ve talep etmek gerekir.”
28 Temmuz, “Üç ödev”:
“Soruşturmaları yürüten savcıların attıkları her adımda, sadece bir dosyayı, değil bir dönemi, bir iklimi şekillendirecek kararlar aldıklarını unutmamaları gerekir. Sorumlulukları vicdanlarına, hukuka, geleceğimize karşıdır. Darbeci takibatında zaafa düşmeden, ama düşünce özgürlüğü alanının tahrip edilmesine, muhalefet hakkının bir tehdit unsuru haline dönmesine de müsaade etmemeleri gerekir.”
Ne yazık ki işler böyle gitmedi, gitmiyor.
Gözaltı, tutuklama, memuriyetten men, şirket tasfiyesi, mal ve servet müsaderesiyle sistem takdire bağlı yanlışlarla, ölçüsüzlüklerle dolu dizgin ilerliyor.
İş, hakkında tek bir soruşturma bile olmayan Şahip Alpay'ın kızı ve Can Dündar'ın eşinin pasaportuna el konmasına kadar varmış durumda...
Cumhurbaşkanı bir kaç gündür tekrar ediyor: “Ölçü kaçmasın...” “At izi, it izine karışmış vaziyette. Birtakım kişilerin bu işle hiç akalası olmadığı halde o yaftayı yapıştırıyorlar. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım”… “Memurları açığa alma yarışına girmenizi istemiyorum. Sadece adil davranmanızı istiyorum…”
Gülencilerin üç kez devirmeye çalıştığı, ailesiyle birlikte canına kastettiği bir cumhurbaşkanı, FETÖ'yle mücadele konusunda topyekün temizlik fikrininin ve politikasının mimarı bir siyasetçi, bugün arka arkaya bu çıkışları yapıyorsa, ölçüde aşma, çizgide sapma onun bakımından bile bir sorun haline gelmişse, tashih ve temizlikte meşruiyet meselesinin üzerinde özellikle durmak, bu işi temizlik kadar, hatta temizlikten daha fazla önemsemek gerekir.
Ancak bunun tek yolu vardır: İdari takdir ve keyfiliğin yerini hukuki mantık ve kanıtların alması…
Bu ise, siyasi iradenin bu sürece vereceği ton ve yönle ilgilidir.
Hukuk, adalet, hakkaniyet, ülkeyi yönetenlerin bu topluma ve geleceğe borcudur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.