ÖCALAN’IN YARIM KALAN PORTRESİ
Mücahit Bilici-
09 Ağustos 2015 Pazar 10:45
İnsandan ve kendimizden aşağı gördüklerimizin bize görünme çerçevesi hep hayvanidir. Onlarda gördüğümüz yahut görmek istediğimiz hep bir hayvana ait özelliklerdir. Laik- dindar aşağılanmasında “göbeğini kaşıyan adam” tiplemesinin ortaya çıkması, yahut “makarna- kömür” vurgusunun keskinleşmesi hep bu sırdandır. Her iktidar sahibinin, kendi muhaliflerini dış güçlerin oyuncağı olarak görmesi de bir tesadüf değildir. Düşmanlıklar içlerinde hep bir parça haksızlık barındırdığı içindüşmanlık yapmak istediklerimizi insanlıktan düşürmek ihtiyacı duyarız. İnsaniyetten ıskat olmuş düşmana karşı işlenen suçlar böylece mahkemelik olmaktan çıkar. Adalete sığmayan fiillerimiz böylece en fazla doğaya duyarsız bir avcılık eylemine dönüşür.
Mesela “bebek katili” veya “terör örgütü elebaşısı” gibi sıfatlarla anılan Abdullah Öcalan bir zamanlar düşmandı. Televizyonlarda en fazla göbeğini kaşıyan bir terörist idi. En azından “Anadolu’dan Görünüm”ü bu idi. Yüzü pek seçilemiyordu. Sanki yüzü yoktu. Zaten teröristlerin yüzü yoktur. (Sokak eylemlerinde yüzü görünmeyenlere terörist muamelesi yapılacağının açıklanması üzerinde düşünülmeye değer.) Zira, yüz ile insan olma arasında çok sıkı bir bağ vardır.
Öcalan, yakalanıp İmralı’ya konduktan sonra uzunca bir süre devletin özel alanına ait bir hayatseviyesinde tutuldu. İnsaniyete sokulmadan hayatta tutulması gerekiyordu. Ölümünün maliyeti, idamını askıda tutuyordu. Ne zaman ki devlet ile işbirliği ve Barış Süreci’nin yolu AK Parti’nin iyi niyet ve gayretiyle açıldı, o zaman Öcalan’ın yüzünü yapmak gerekti. Vahşetten çıkarılıp medeniyete sokulacaktı. Evvela yararlanılmak üzere ihtiyaç duyulan bir güce ve iyiliğe sahip olması gerekiyordu. Bukontrollü seviye yükseltme ve ilk yüz kazandırma işlemi, mesela, ölüm oruçlarına müdahale ile sağlandı. Öcalan, insani bir krizi bitiren cankurtaran oldu. Liderliği pekişti. Liderliğinin pekişmesi aynı zamanda mahkûmu olduğu devletin örgütü üzerinde kontrolü anlamına geliyordu. Taraflar memnundu.
Devlet, hep en tehlikeli “terörist” diye bellettiği adama manikür/ pediküre başlamıştı. Barış süreci ile birlikte Öcalan’a bir yüz yapmak kaçınılmazdı. Nitekim, medyaya tedrici olarak yeni Öcalan fotoğrafları akmaya başladı. Göbeğini kaşıyan adam, barışın eş-başkanı bilge adam olma yolundaydı. Ama bu pat diye olamazdı. Terörist’in yüzsüzlüğünden insan’ın temiz yüzlülüğüne geçiş için fiziki bir tıraş ve temiz gömlekten çok tebessüm gerekiyordu. Koster tamircisinin imlası, İmralı yolcularının keşifleri ve devletin istihbarat örgütünün fırça darbeleri ile Öcalan’a sima inşası emin adımlarla devam etti. Öcalan’ın İslami temalar da içeren barış ve kardeşlik vurgulu Nevruz mektubu büyük kalabalıklara meydanlarda okunuyordu. Artık sıra Öcalan’nın sesini duymaya gelmişti. Acaba ne zaman canlı olarak muhataplarına direkt konuşacak, ne zaman adadan çıkarılıp ev hapsine sokulacaktı?
Tam bu sorular muhatapların dilinin ucuna gelmişken birden barış masası devrildi. Süreç kesintiye uğradı. İnkıtaa uğrayan süreç gibi Öcalan’ın portresi de yarım kaldı. Öcalan’ın yüzü tamamlanamadı. Devletin istihbarat örgütünün kamu vicdanındaki fırça darbeleri esas alınarak bugün Öcalan’ın bir barış aktörü mü yoksa bir terörist mi olduğu sorusuna cevap vermek mümkün değildir. Çünkü portre yarım kalmıştır.
Siyasi iktidar, terörist dediği bir örgütün tartışmasız liderine kendi büyüklük ve büyüme projesinde bir enstrüman olarak baktığı için saygı gösterirken, o örgütle toplumsal taban dışında alakası olmayan meşru bir siyasi partiye ise terörist demeye başladı. Yani tabi ve mahkûm olmayı kabul ettikten sonra sözümona elebaşı bile olsan makbulsün. Fakat eşit ve bağımsız olmayı istedikten sonra meşru ve demokratik olsan bile teröristsin.
İktidarın PKK’nin düşmanlığını, HDP’nin rekabetine tercih etmesi bu açıdan ilginçtir. Esirin olmayan yüz bir tehdit gibi gelir. Edebin başlangıcıdır. Kimbilir belki de yüz yapma ihtiyacı adaya sığmayacak kadar büyük bir sorun hâline gelmiştir. Ve şiddetin olgunlaştırdığı ümitsizlik ve endişe birden fazla kurtarıcı figürün zuhur etmesi için katlanılması gereken bir bedel olarak hesap ediliyordur. Bilemiyoruz. Ancak şurası kesindir: Bükemediğin söze muhatap ve mahkûm olmaktansa, dövebileceğin vahşiliği tercih edip savaşla hâkim olmayı istemek zekice olabilir ama vicdani değil.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.