NİŞANCI
Ahmet Altan-
26 Haziran 2010 Cumartesi 19:19
Benim bu hikâyeyi defalarca yazmam, anlatacağım hikâyeden bile daha acıklı bence.
Bu hikâyeyi, bir gün çocuklarımızın böyle yazıların yazılmayacağı bir ülkede yaşayacağını umut ederek anlatıyorum hep.
Ve, hep aynı ümitle aynı hikâyeyi anlatıp, aynı hayalkırıklığını yaşıyorum.
Herkes de yaşıyor aslında.
Önceki gün TÜSİAD’da yapılan gerçekçi ve çözüm arayan konuşmalar, en “radikal” adımların bile barış için atılabileceğinin söylenmesi, zenginlerin “resmî kalıpların” dışına çıkabilmeleri, dün de Diyarbakır Barosu Başkanı’nın çok cesur bir şekilde silah bırakma çağrısı yapması, iki tarafta da “barış” isteyen insanların seslerini yükseltmek niyetinde olduklarını gösteriyor.
Bu savaşı, devletin, AKP’nin, PKK’nın değil, iki tarafta da ortaya çıkacak “barış yanlılarının” cesur sesinin durdurabileceğini düşünüyorum.
Çok fazla bağıran “savaşçılara” karşı sesleri aynı gürlükte çıkan “barışçılar” kaderimizi değiştirebilirler.
Bu sesler çoğaldığında, Türkler ve Kürtler birlikte barış istediğinde, bunun için çaba gösterdiğinde, bu savaş biter, demokrat ve adil bir ülke yeniden şekillenir.
Tabii, bu seslere hemen tepki gösterecek “savaş yanlılarının” varlığını da unutmamamız gerekiyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı, derhal TÜSİAD’ı PKK ağzıyla konuşmakla suçladı bile.
Ülkenin en zenginlerini dahi barış istedikleri için PKK yandaşı gibi gören CHP türü partilerin ucuz ve insafsız demagojilerine karşı dayanıklı olmak gerekiyor.
CHP, barış yolunu açabilecek en büyük ve en etkin güçlerin başında geldiği halde, savaşı, şiddeti, ölümü tercih ediyor.
Tabii, asıl tuhaf olan Kürtlerin önemli bir kısmının CHP’nin bu savaşçılığını eleştirmekten uzak durmaları.
Tabii CHP gibi savaşçı partilerin varlığı, bu partinin Türklerin bir kısmından destek görürken Kürtler tarafından fazla eleştirilmemesi, benim aynı hikâyeyi sık sık anlatmak zorunda kalmamın da önemli nedenleri.
Bir gün bunların hepsinin üstesinden geleceğiz.
Barışı bu ülke de görecek.
Önemli olan, barışa giden yolda mümkün olduğu kadar az çocuk ölüsü bırakmak.
Size anlatacağım hikâyeyi ben lisedeyken okumuştum, bize ders olarak okutmuşlardı.
Hikâyeyi yeniden hatırlamam ise Kurtuluş’un, Elazığ’daki çatışmayı yazıişlerinde konuşurken, “Kürtlerde bir söz vardır, bırakuji derler” demesiyle oldu.
Bırakuji, “kardeş kavgası” demekmiş.
Ben Kürtlerle Türklerin kavgasını pek de “bırakuji” olarak görmüyorum doğrusu; aralarında “kardeşlik” duygusunun artık kalmadığını düşünüyorum, eskiden var mıydı ondan da emin değilim.
Ama Elazığ’da askerî güçlerle PKK’lılar arasında çıkan çatışmada ölen iki asker de Kürt, bu askerler öldürenlerin kardeşi de olabilirlerdi.
Aynı ülkenin içinde meydana gelen böyle çatışmalarda kimin kimi öldürdüğü belli olmaz.
Benim çocukken okuduğum “nişancı” isimli hikâye bir İrlanda hikâyesiydi ve bu ülkenin yaşadığı içsavaşla ilgiliydi.
O zamanlar, iki ayrı kampa ayrılan İrlandalılar savaşırken, evlerin damlarında dolaşan “nişancılar” da “düşman” avlıyorlar.
Bir sabah, “nişancı” damda dolaşırken karşı damda bir “düşman” nişancı görüyor, hemen bir bacanın arkasına saklanıyor ve ateş ediyor.
İki nişancının arasında amansız bir düello başlıyor.
İkisi de birbirlerini öldürebilmek için bütün hünerlerini gösteriyorlar.
Ama ikisi de çok yetenekli olduğu için çatışma uzuyor.
Çeşitli hilelerle birbirlerini kandırmaya uğraşıyorlar, ateş edip saklanıyorlar, başka bir noktadan yeniden ateş ediyorlar, ikisi de çatışmayı bırakmıyor.
Sonunda “bizim” nişancı karşısındaki “düşman” nişancısını “avlamayı” başarıyor.
Vurulan “düşman” çatıdan yuvarlanıp sokağa düşüyor.
Bizim nişancı da tüfeğini alıp aşağıya iniyor ve oradan uzaklaşıyor.
Tam giderken, “bu kadar iyi dövüşen adam kimdi acaba” diye garip bir meraka kapılıyor, geri dönüyor, hâlâ sokağın ortasında yüzükoyun yatan nişancının çevirip yüzüne bakıyor.
Gördüğü yüz, öz kardeşinin yüzü.
Elazığ’da Kürt askeri vuran “nişancı” kimdi acaba?
Öldürdüğü çocuğun yüzüne baksa kimi görecekti?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.