NEYİN SESİ
Ayşe Böhürler
28 Mayıs 2011 Cumartesi 12:04
"Selam Ayşe ablacığım, gerçekten dinci bir politika mı izliyoruz? AKP'den ürkmeye başladım. Sibel Üresin neden böyle bir konuşma yapıyor, sen onaylıyor musun abla? Ben iyice tedirgin olmaya başladım acaba? Avrupa'ya geri mi dönsem?"
Bu e-postayı almadan önce doğrusu Sibel Üresin'in açıklamalarını hiç de ciddiye almamıştım. Üresin ne bir dini otorite, ne bir dini araştırmacı, ne bir kanaat önderi, ne bir yetkili, ne bir siyasi ne de meslek alanında çalışmaları ile tanınan birisiydi. Yani ortada bir bilen ya da otorite değil, kendi hayat tecrübesinden çıkardığı sonuçları fikir olarak fırsat bulup sunduğu seminerlerde anlatan birisi vardı. Üstelik bu seminerlerin ciddiye alınacak bir tarafı da yok. Üresin'in çok eşlilik dışında kadınlara diğer tavsiyelerinin hepsi tartışılmaya değer. Kadınlara "aptal numarası yapın" derken ikiyüzlülüğü, "itaat edin" derken çıkarcı bir biçimde beraberliği sürdürmeyi tavsiye eden üslubunun İslam ile, hatta muhafazakar bakış ile hiç bir bağlantısı olmaması gerekir. Tüm bunlar olsa olsa modern dünyanın kadın-moda dergilerinde yer alan, ilişki gurularının tavsiyeleri ile gelenekselliği yüzeysel algılayan bir muhafazakar bakışın karışımı olabilir. Biraz Cosmopolitan, Marie Claire gibi dergilerden aparma (aldatan eşe ne yapmak lazım), biraz Sex and City dizisindeki öneriler, biraz da "aile saadeti" gibi isimler taşıyan dindar erkeklerin kaleme aldığı kitapların karışımı... Biraz da kendi hayatını bütün kadınların hayatına tek örnekmiş gibi gören başka hayatlardan habersiz bir bakış...
Bu karışımı içeren tavsiyeler dışında ben bu seminerlerde bir şey görmedim. Böyle seminerler olsa olsa insanları dinden soğutur. Malum çağımızda kişisel gelişim seminerleri büyük ilgi görüyor. Kimsenin seminere gidip hayatı veya görüşleri falan da değişmiyor. Ama moda... Yüzeysel bir içeriğe sahip böyle bir konuşmanın Türkiye'nin gündemine oturması ise büyük başarı. Bu olsa olsa orta ve üstü gelirli kadınların bazılarında görülen, konformist bir bakışın; "kocamın parasını yiyeyim, rahatım yerinde olsun da ne yaparsa yapsın" anlayışının muhafazakâr camiadaki izdüşümü olabilir. Kocaları hayat sigortası gibi görmenin ideolojik ya da dini değil son derece oportünist bir tarafı var. Böyle bir anlayışta kadın için konumunun eş ya da kuma ya da metres olması hiç fark etmez. Bu nedenle bence konunun dincilikle, dindarlıkla, muhafazakarlıkla falan ilişkisi olmadığını idrak edip, basit bir insanlık hali olarak görülüp geçilmesi gerekir.
Sibel Üresin bir kısım kadının destekleyebileceği bir görüşün sesi. O, ne iktidarın ne de Müslüman kadınların görüşlerini seslendiriyor. Bu nedenle e-posta sahibi arkadaşıma rahatlıkla korkulacak bir şey yok diyorum.
KADİM SORUN: ÇOK EŞLİLİK
Ve tabii ki kuyuya atılan taş misali şimdi de birçok çok eşlilik sorusuna muhatap oluyoruz. Toptan kısa bir kendi şahsi görüşümü bildirerek bu mevzuyu kapatmak isterim. Bu konunun, küresel, sosyal ve dini boyutları var. Dini boyutu konusunda söyleyecek sözüm olmaz, ancak diğer konularda gözlemlerim şöyle:
Çok eşliliğin hukuki olarak serbest olduğu ülkelerde kadınların mutlu mesut ve haklarının korunduğu bir tablo yok. Çok eşliliğin yasal olarak uygulandığı ülkelerde kadınlar çifte standartlı bir adalet sistemi ile baş başa kalıyorlar. Hukuk sistemleri, zayıf ve güçsüz olan kadını korumadığı gibi adaletli olma kriteri kişilerin vicdanına bırakılmış. Vicdanı olan erkek mağdur etmiyor. Ya da arkasında güçlü bir ailesi olan zengin kadın mağdur olmuyor.
Ama tablonun geneline battığımızda kuma nedeni ile dayak yiyen, perişan olan, sokağa atılan kadınların yaşadıklarına derman olarak çareler dahi üretilemiyor. Bazı toplumlarda çocuklar kocada kaldığı için de kadınlar için tekrar tekrar evlilikler yapmak tek çare olarak görülüyor.
Körfez ülkelerinden gelen bir hanımı daha yeni dinledim; üniversite mezunuydu. Eşi tarafından üzerine kuma getirildiğini, hiç bir nafaka ve destek olmadan sokağa atıldığını anlatırken, hukuki olarak hakkını arayabileceği hiç bir mekanizma olmadığını söylüyordu. Bu konu sadece bizim değil erkeğin olduğu her yerde gündemde.
Endonezya'da çok eşliliğin sebep olduğu zararlar ile mücadele eden Rahima örgütünün www.rahima.or.id sitesinde kadınların çok eşlilik ile mücadelelerini okuyabilirsiniz. Endonezya'da çok eşlilik sadece memurlara yasak. Bu örgütün çatısı altında toplanan kadınlar, çok eşliliği tercih eden erkeklere sosyal manada hayatı dar etmeyi amaç edinmişler.
Yemen'de ise Aden Üniversitesi'nin çok eşlilik üzerine çalışan merkezi "WRTC Woman Research and Training Center" [email protected], www.adenuniversity.edu.ye konuya ilişkin farklı bakış açıları ve bilgilerin yanı sıra bu konuda toplumda karşı karşıya kalınan sorunlara ilişkin bilimsel çalışmaları izlemek isteyenlere bir hayli veri sunuyor. Çünkü Yemen, çok eşlilik yüzünden kadınların en fazla mağdur olduğu ülke. Evlilik ve boşanma süreçlerinde bile daha yeni yeni söz hakkı olan kadın, çok eşlilik durumunda kaldığında her şeye razı olması gereken köle haline geliyor. İslami kurallara göre yönetilen Malezya'da bazı eyaletlerde çok eşlilik yasak. Bazı İslam ülkelerinde sokağa atılan birinci eşleri muhafaza eden dernekler kurulmuş.
Teori ve uygulama farkı her yerde karşımıza çıkıyor. Burada temel olan ise her şeyde olduğu gibi insanlığı muhafaza etmek. Elbette insan yapısı değişmez. Ancak İslam, mevcut bir eğilimi adalet şartı ile sınırlandırarak kontrol etmeyi amaçlıyor. İnsan fıtratına baktığımızda ise adaleti korumak eğilimi nefsi memnun etmek ile yarışamıyor ne yazık ki.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.