24 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara1°C
  • İzmir9°C
  • Berlin11°C

NEYİM, NE DEĞİLİM

Abdullah Can

19 Ağustos 2015 Çarşamba 02:01

Hak ile batılın, iman ile küfrün, istikamet ile inhirafın iç içe girdiği, yan yana aynı raflarda pazarlandığı bir dönemi yaşıyoruz. Batılın hak, zulmün adalet, inkârın iman olarak takdim ve afişe edildiği bir süreçten geçiyoruz. Zıtların bir arada yaşaması normal ise de, karıştırılmaları, yer değiştirmeleri, birbirinin yerine ikame edilmeleri anormaldir. Bu anormaliteyi yaşarken, normal olanın bilinmesine, bildirilmesine ivedilikle ihtiyaç vardır.

Evet, sapla samanı karıştıranlara mukabil, bunları birbirinden ayırt edenlere, edeceklere; her birini layık olduğu konumuna oturtanlara, oturtacaklara acil ihtiyaç vardır. Bu, hayatî bir konudur; olmazsa olmazlardandır. Peki, bu noktada benim safım ne olmalıdır; hangi kulvarda seyretmeliyim? İşte, arz ediyorum. Yanlış anlaşılmasın, “ben, ben...” derken, amaç kendimi anlatmak değildir; aksine, mensubu olduğum inanç ve medeniyetin kodlarının anlatmak içindir. Bu böyle biline...

Ben, “Dinde zorlama yoktur”, “Sizin dininiz size, benim dinim bana” diyen ve her kesi –başkasına zarar vermemek şartıyla– kendi inancıyla baş başa bırakmayı öğütleyen Kur’an’ın saffındayım. Ama ben, dinini, ırkını, mezhebini, meşrebini, hizbini, örgütünü, ideolojisini dayatmaya çalışan bölgesel ve küresel despotların saffında değilim; olamam.

Ben, “Ey Habibim, sen onlar üzerinde zorlayıcı değilsin” diyerek, insanları kendi irade ve tercihleriyle baş başa bırakan, zoru-zorbalığı fıtrata aykırı gören, ehl-i kitapla “Medine Sözleşmesi”ni imzalattıran Kur’an-ı Kerim’in saffındayım. Ama ben, “Ya bendensin, ya düşman!”, “Ya sev, ya terk et”, “Ya iman, ya imha” despotizmine mecbur bırakanların saffında değilim; olamam.

Ben, “Sizden iki taife savaşa tutuştuğunda aralarını bulunuz!” fermanıyla katle-kitale geçit vermeyen; fitne ve fesat kundakçılarına mukabil “itfaiyeci” olmamızı öğütleyen Kur’an-ı Zîşan’ın saffındayım. Ama ben, şiddetten, savaştan, kandan, imhadan haz ve hayat umanların; terör ve tedhişten nemalananların, güç ve iktidar devşirenlerin saffında değilim; olamam.

Ben, “Ey Habibim, sana düşen sadece tebliğdir” diyerek şiddet ve dayatma yerine tebliğ ve temsil rolüne çağrıda bulunan Kitabullah’ın saffındayım. Ama ben, tebliğ ve temsil sorumluluğundan firar ederek ucuzculuğa, yani İslâm’ı diğer inanç ve akımlara karşı bir silah gibi kullanan zorba ve tehditkâr hiziplerin saffında değilim; olamam.

Ben, “Zulüm ve işkenceye uğrayan kimselere, karşı koyma izni verilmiştir” diyerek İslâm’da saldırının değil, savunmanın esas olduğunu deklere eden Kur’an-ı Hâkim’in saffındayım. Ama ben, Kur’an’ın cihad ayetlerini bağlamından kopartarak, İslâm’ı saldırgan, zora dayalı ve yayılmacı bir formatla takdim eden tedhişçilerin saffında değilim; olamam.

Ben, “Sadece, size saldıranlarla savaşın; ama savaşırken de haddinizi aşmayın” deyip çocuklara, yaşlılara, kadınlara, ibadethanelerine kapanmış din adamlarına ilişmemeyi; ağaçları, hayvanları, ekinleri imha etmemeyi öğütleyen rahmet ve hidayet kaynağı Kur’an-ı Aizmüşşan’ın saffındayım. Ama ben, hedefe ulaşma adına her türlü vahşet ve terörü mubah gören, hak ve adalet ölçülerini ayaklar altına alan gözü dönmüş vahşilerin saffında değilim; olamam.

Ben, Veda Hutbesi’nde “Size Kur’an ve Sünneti bırakıyorum; dünya ve ahiretinizin kurtuluşu onlardadır” diyerek kurtuluşun adresini ve reçetesini takdim eden Allah Resulü’nün saffındayım. Ama ben, mezhebini, meşrebini, cemaat ve tarikatını yegâne referans gösteren bağnazların, yani aracı amaç edinenlerin saffında değilim; olamam. 

Ben, “Kızım, seni ancak senin amelin kurtarır, babanın Peygamberliği değil” diyen Muhammed (asm)’in saffındayım. Ama ben, kendilerini sırat-ı müstakim ehli görüp, kendi dışındakilere fırka-ı dalle ve haşerat-ı muzırra telakki eden tekfirci ve sektercilerin saffında değilim; olamam.

Ben, “Her kimin ki cihadı ve hicreti servet, şöhret, kadın ve toprak içinse, bu onlardan kabul görmeyecektir” diyen Muhammed Mustafa’nın(asm) saffındayım. Ama ben, mal, mülk, servet, şehvet, şöhret ve iktidar adına her türlü gasp, yağma ve talanı ganimet telakki eden sözde cihadçıların saffında değilim; olamam.

Ben, çocuklarını diri diri toprağa gömdüklerinde en ufak bir acı çekmeyen cahiliye vahşilerini, getirdiği din ile şefkatin, merhametin zirvesine çıkartıp karıncaya bile ayak basamaz hale getirten Muhammedü’l-Emin’in (asm) saffındayım. Ama ben, saltanatları uğruna masum yavrularını ve gayet sevdiği kardeşlerini acımasızca kesen padişahların ve yüzbinlerce, milyonlarca çocuğu annesiz, babasız, barksız bırakan modern şehinşahların, monarkların saffında değilim; olamam.

Ben, “Ne zalim ol, ne mazlum!” diyerek, zalimlik kadar zilletten de alıkoyan Hz. Peygamber’in saffındayım. Ama ben, zalimliği, sultacılığı hayat ilkesi edinen barbarların ve kişisel-örgütsel menfaatleri uğruna zalim ve diktatörlerin ayaklarını öperek dalkavukluğun her türlü iğrençliğini sergileyen çevrelerin saffında değilim; olamam.

Ben, “Zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır” diyerek, zulme ilan-ı isyan eden, mensuplarını zulme ve zalime duyarlı ve hasım kılan Resulüllah’ın saffındayım. Ama ben, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ve “Her koyun kendi bacağından asılır” egoizmiyle, yaşanan zulüm ve tahakkümlere lakayt, duyarsız ve sus-pus davrananların saffında değilim; olamam.

Ben, “Kim ki bir zimmiye eziyet ederse, onun hasmıyım” diyerek, Müslüman olmayanların da hayat hakkını garantiye alan Hz. Muhammed’in(asm) saffındayım. Ama ben, kendilerinden olmayanları dışlayan, ötekileştiren; farklı dil, din, kültür ve etnisitelere tahammülsüz; inkâr, imha ve asimilasyonculuğu hedefleyen ve bunu bir yaşam felsefesi olarak dayatanların saffında değilim; olamam.

Ben, “Cennet annelerin ayağı altındadır” diyerek, anneliğin şahsında kadınlara emsalsiz bir değer biçen Hz. Peygamber’in(asm) saffındayım. Ama ben, kadınları cariye ve meta görerek satanların, şehvet ve hayvanî hislerin kurbanı görerek kullananların, ucuz işgücü ve tüketici görerek sömürenlerin, şiddet ve sadizmin hedefi kılarak ezenlerin saffında değilim; olamam.

Ben, “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diyerek paylaşım ve diğergâmlığı ders veren Allah Resulü’nün(asm) saffındayım. Ama ben, “Sen çalış ben yiyeyim” ve “Ben tok olduktan sonra, kim açlıktan ölürse ölsün, bana ne!” diyen egoist burjuva elitlerin; talan ve yağma üzerinden cennetlerini inşa eden bölge ve dünya baronlarının saffında değilim; olamam.

Ben, “Ey Ebu Zer, çorba pişirdiğinde suyunu bol yap; ta ki komşularına da ikram edesin!” dediğinde, “Komşum Yahudi de mi olsa?” dediğinde ise, “Evet, Yahudi de olsa... Zira ikram gönülleri kaynaştırır, sevgiyi artırır” diyen Muhammedü’l-Emin’in(asm) saffındayım. Ama ben, başkasının açlık ve sefaletine rağmen çatlarcasına yiyip semirenlerin, semirdikçe sömürenlerin, sömürdükçe azgınlaşanların; kalp ve kafa gözlerini köreltenlerin saffında değilim; olamam. 

Ben, elindeki bir tutam otu uzatarak yakalamaya çalıştığı hayvana otu vermediğinden dolayı, hayvan sahibine “Aldatan bizden değildir” sözüyle tepkisini ortaya koyan Hazret-i Peygamber’in (asm) saffındayım. Ama ben, aldatma, iğfal ve her türlü üçkâğıtçılığı iman ve hayat tarzı haline getiren yerel ve beynelmilel sahtekârların, tezviratçıların saffında değilim; olamam.

Ben, “Kıyamete bir gün dahi kalsa, elindeki fidanı dik” diyerek, çevreye, yeşilliğe büyük ehemmiyet atfeden Hz. Peygamber’in saffındayım. Ama ben, “Düşmanımın ormanlarıdır”, “İçinde düşmanım barınmaktadır” ilkel mülahazasıyla, ormanları, korulukları, mekân ve meskenleri ateşe veren ağaç ve ekoloji düşmanı gaddarların saffında değilim; olamam.

Ben, “Keseceğin hayvana bıçağı gösterme. Bıçağın keskin olsun. Hayvanı kesilmesi gereken yerinden, en kısa zamanda kes ki acı duymasın!” diyen şefkat medeniyetinin(İslâm’ın) saffındayım. Ama ben, insanları kendi inanç ve ideolojileri uğrunda ateşlere atan, tavuğuna kadar soykırıma tutan; kestikleri ve kurşuna dizdikleri insanları resmedip arşivleyen; vahşet görüntülerini dünyaya servis eden-ettiren çağımız barbarlarının saffında değilim; olamam.

Ben “Ya Rab, cehennemde vücudumu öyle büyüt ki, ehl-i imana yer kalmasın!” deyip fedakârlığın zirvesinde seyreden Hz. Ebubekir’in(ra) saffındayım. Ama ben, yalancı cennetlerini inşa etmek uğruna hakiki cenneti alet edip bölgemizi cehenneme çeviren Hassan Sabahçıları ve onların Haşhaşinler tayfasının saffında değilim; olamam.

Ben, Hac esnasında kaftanına basan bir Sudanlıyı öldüresiye dövdüğü için, savunmaya geçen siyahiyi yaka-paça mahkemeye götüren ve “Bunun cezasını verin; bir efendiye karşı çıkmanın ne demek olduğunu görsün!” diyen köleci Cebele’ye, “Annelerin hür doğurduğu insanları, sen ne zamandan beri köleleştirdin ey Cebele!” diyerek şiddetle karşı koyan Hz. Ömer’in(ra) saffındayım. Ama ben modern köleciliği, cariyeciliği din, mezhep ve ırk adına dayatan şımarık ve azgın ırkçıların, mezhepçilerin saffında değilim; olamam.

Ben, Hendek Savunması’nda alt ettiği düşmanı tarafından kendisine tükürüldüğünde, onu affeden ve “Niçin beni öldürmedin?” diyen düşmanına, “Ben kılıcımı Allah için kullanırım, ancak tükürmekle beni hiddete getirdin; şimdi nefsim devrededir, ben nefsim için öldürmem!” diyen İmam Ali’nin saffındayım. Ama ben, din, mezhep, ırk, ideoloji adına coğrafyamızı, dinimizi, medeniyetimizi karalayan, kana ve kaosa boğan vahşilerden değilim; olamam.

Ben, “Müslüman kanı dökülmesin!” diyerek, Muaviye’nin saltanat ihtirasına karşılık, “İstediğin saltanatsa al başına çal!” diyerek hilafetten feragat eden Hz. Hasan’ın saffındayım. Ama ben, kendi saltanat ve ihtirasları uğruna, binlerce vatan evladını felâket ve helaketlere sürükleyen; kan ve gözyaşı karışımından devasa servet ve iktidar şatoları inşa edenlerden değilim; olamam.

Ben, “Yezid’e biat edip zilletli bir yaşamı kabullenmektense, izzetle ölümü tercih ederim!” diyen Hz. Hüseyin’in saffındayım. Ama ben, emperyalistlere karşı zillet ve teslimiyetin en aşağılık şekline katlanıp izzet ve ihtişamını yalnızca Müslüman halkına ve mazlum coğrafyasına gösteren çağdaş Yezidlerin saffında değilim; olamam.

Ben, “Kudüs, Haçlıların işgalinde iken nasıl uyuyabilirim?” diyen Selahaddin-i Eyyubî’nin saffındayım. Ama ben, Kudüs için kılını kıpırdamayıp işgalci Siyonistler yerine mazlum Müslüman kanını dökmeyi şiar edinen örgütlerin; sözüm ona din ve hilafet adına hareket ettiğini yutturmaya çalışan vahşi ve katliamcı sürülerin saffında değilim; olamam.

Ben, “Saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, imana ve Kur’an’a feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem” diyen Said-i Nursî’nin saffındayım. Ama ben, ırk, mezhep, ideoloji ve batıl itikatlarına uymayan herkesi ve kesimi düşman ilan eden; topyekûn imha ve tasfiyeciliği esas alan çağdaş harici ve Haşhaşincilerin saffında değilim; olamam.  

Ben, halife olur olmaz, kendisine ve hanımına ait bütün ziynet ve serveti beytülmale teslim eden ve “Bunu niçin yaptın?” diyen hanımına, “Bunlar bize helal değildir; zira babalarımız zalim ve hırsız idiler” diyen Ömer B. Abdülaziz’in saffındanım. Ama ben, Vatan-Millet-Sakarya edebiyatına sarılarak halkını ve ülkesini soyan, sömüren servet ve saltanat meftunlarının saffında değilim; olamam.

Ve ben, siz, hepimiz; işte saffımız, işte medeniyetimiz! Uzun söze ne hacet, benden size bir özet. 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.