NEREDEN NEREYE GELDİĞİMİZİ UNUTMAYALIM…
Hüseyin Gülerce
04 Eylül 2013 Çarşamba 08:44
Darbe ve darbeye teşebbüs davalarının sonuncusu önceki gün Ankara’da başladı. 28 Şubat davası, diğer davalardan farklı olarak tartışılamayan somut delillere, ıslak imzalı belgelere dayalı ve TSK mensupları dışındaki sivillerle ilgili. 28 Şubat’ın medya, yargı, üniversite ve bazı iş çevreleri ayağı da var.
28 Şubat’ın mimarları, bu darbeyi “postmodern darbe” olarak nitelediler. Bir talihsizlik eseri olarak eski genelkurmay başkanlarından Kıvrıkoğlu da, 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini söylemişti. Aslında bahsettiği bir zihniyetti. Seçilmişleri tanımayan, hukuk dışına çıkmayı yol edinen, bir gün hesap vermeyi aklından bile geçirmeyen cuntacı zihniyet…
Aksiyon dergisinin bu haftaki sayısında İdris Gürsoy’un sorularını cevaplandıran Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’ın altını çizdiği çok önemli bir nokta var. “12 Eylül 2010’da gerçekleştirilen anayasa referandumunun büyük bir milat olduğunu” belirttikten sonra şöyle diyor: “Biz bugün ne yapıyorsak, 12 Eylül referandumundan aldığımız güçle yapıyoruz. 12 Eylül 2010 referandumunda ‘Evet’ çıkması için hizmet camiasının, kadınıyla erkeğiyle kapı kapı dolaştığını biliyoruz.”
12 Eylül referandumundaki “evet” Türkiye’nin son iki yüz yıllık tarihinde en önemli demokratik karardır. Halkın kararıdır, halkın demokraside söz sahibi olduğunu ilan eden karardır. Bu karardaki demokratik duruş, kararlılık ve sivil irade, Türkiye’nin önünü açmıştır. Bu “evet” AK Parti hükümetini darbe davalarında cesaretlendirmekle kalmamış, bu davaların yargılanmasını sağlıklı, meşru bir zemine oturtmuştur. Eğer 12 Eylül referandumunda “hayır” çıkmış olsaydı AK Parti için ikinci bir kapatma davası açılacak, darbe davaları askeri mahkemelere aktarılmak suretiyle kapatılacaktı.
12 Eylül referandumunda unutulmaması gereken çok önemli bir madde vardı. “Askerlerin, devletin güvenliğine ilişkin suçlardan, adli mahkemelerde yargılanacağı” düzenlemesi… Eğer “evet” sayesinde bu düzenleme gerçekleşmeseydi, şimdi bütün o davaların içi boşaltılmış ve üstü örtülmüştü.
Burada bir hakkı daha teslim etmeliyiz. Bu davaların savcı ve hâkimleri, cesaret ve demokrasiye bağlılıkları konusunda tarihe geçmişlerdir. 12 Eylül referandumundaki “evet” ne kadar kıymetli ise bu yargı mensuplarının, sarsılmayan siyasi iradenin, bu süreçte cuntacılara karşı medyanın yüz akı olan ve demokrasiden, hukukun üstünlüğünden yana tavır koyan medya mensuplarının duruşu da tarihe geçmiştir.
Bu ülkede, “artık darbeler dönemi” kapandı diyebilmemiz için asıl vesayetçi zihniyetin, millete tepeden bakan, bizi biz yapan değerleri horlayan, laikliği din düşmanlığına çevirmek isteyen, hukuk tanımayan, sandığı küçümseyen zihniyetin sona ermesi lazım. Bu zihniyetin seçilmişleri küçümseyen, her fırsatta itibarsızlaştırmaya çalışan ve böylelikle sivil iradeye saygısızlık yapan tavırlarının sona ermesi gerekiyor. Aksiyon dergisinde Sayın Arınç’ın şu anlattıklarını, içiniz cız etmeden okuyabilecek misiniz: “Askerî törenlere katılırdık, gözlerimize bakarak laiklikten başlar, irtica ile bitirirlerdi. Resepsiyon verilir, biz sayın başbakanla masanın başında yalnız baş başa kalırdık, hiçbirisi gelmez, hoş geldiniz demez, elimizi sıkmazdı. Birisi -şu anda mahkûm- yan masada durur, bizi yiyecekmiş gibi bakardı. Sabrettik…”
Nereden nereye geldiğimizi unutmayalım. Demokrasi cephesini zaafa uğratmayalım, 12 Eylül referandumu öncesindeki geniş demokratik cepheyi yeniden sağlamaya çalışalım…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber