NEREDE DURUYORUM (3) : YALAN VE UTANMAZLIK
Halil Berktay
17 Kasım 2011 Perşembe 09:04
Gençliğim, ilk politizasyon yıllarından beri hep tuhaf bulmuşumdur, bazı insanların göz göre göre yalan söyleyebilmesini. Yırtıkça, pişkince. En ufak bir mahcubiyet duymadan.
Biraz, korku filmlerini seyretmek gibi bir şeydir bu. Bir büyüleyiciliği de vardır. Bakamaz ama kendinizi de alamaz; az az bakmaya çalışır durursunuz, parmaklarınızın arasından.
Bir tür “taammüden” ahlâksızlık da bende aynı hissi uyandırıyor. Lânet olsun diye sırtımı dönerek geçip gitmek istiyorum ama tam geçip gidemiyorum da. Üstelik yararı da var; kendime yön çizmemde tâyin edici rol oynuyor. Siyasette, örneğin, sırf temel fikir ve tahlillere değil, esas kimlerin, hangi tarafın yalan söylediğine de bakarak yerimi belirlemeye çalışıyorum. Geçtiğimiz on yılda, örneğin, yalan ve iftira çok büyük ölçüde ulusalcılıkta çökeldi, birikti. Bu da 2002’den itibaren kafamda hiç bir tereddüde yer bırakmadı.
Murat’a yönelik son saldırılar karşısında şöyle demiştim : “... bunların hırçınlığı yer yer hezeyan boyutlarında. Yılkıda, veldt’de, bush’da veya outback’de, yaralı sırtlanlar var. Etrafımızda dolaşıp kan kokluyor, zaaf arıyor; bazen kişisel insiyatifleri, bazen daha organize olduğu izlenimini veren ihtilâçlarıyla, sporadik ve spazmodik biçimde durup durup yeniden başlıyorlar.” (8 Eylül 2011)
Geçenlerde Kötülük üzerine dört yazıyı yazarken de aklımdan gene bunlar geçiyordu (20-22, 27-29 Ekim). Üçüncüsünde Küçük ve katıksız kötüler’e, sonuncusunda Solculuk ve kötülük paradoksuna değindim. “Küçük, haris, arrivist veletler”den söz ettim; 21. yüzyılın yeni “Türk rüyası” (Turkish dream) uğruna bütün yalan ve iftiraları yaymaya teşne “haşerat ve muzarafat”tan.
Nadiren bu kadar ağır ifadeler kullanırım. Fakat hayasızlığın da bir karşılığı olmalı.
İçime doğmuş galiba. Hayır, ben BDP’de ders vermek istemiyorum’u (7 Kasım) yazdım ya. Tam bu kategorilere giren kötüler hemen harekete geçti. İnternette, kendi kuzenim Ayşe Berktay’a dahi sırt çevirerek, Gülen cemaati ve polisiyle saf tutup KCK tutuklamalarından hiç söz etmediğime, haksızlığa karşı çıkmadığıma dair bir takım metinler dolaşıyor.
Olgulara bakalım.
(1) Tekrarın tekrarı (31 Aralık 09). “Daha da korkuncu şu ki, bir de berbat senaryo var, bu vicdansızlık gösterisine eşlik eden. Nasıl Ergenekon Türk şahinlerini pasifize ettiyse, KCK operasyonları da Kürt şahinlerini pasifize edecek ve barış siyasetinin önünü açacakmış ! Özellikle Fethullah Gülen cemaati ve yayın organları bu kafadaymış... Önder Aytaç ... KCK operasyonunu Ergenekon, Devrimci Karargâh ve Hizb-üt Tahrir tutuklamalarıyla aynı kefeye koymuş....”
(2) Âkif, İttihatçılık, Kemalizm (2 Ocak 10). “Fethullahçıların ‘Kürt şahinlerini tasfiye’ gerekçesiyle KCK operasyonlarını desteklediği bilgisine takılıp kaldım. Devletle çok karmaşık bir ilişki içinde olduklarını; millî ve askerî değerlerle donanmış otoriteye itaatin onyıllar boyu onların da içine işlediğini; bundan kurtulmalarının ne kadar zor ve belki de imkânsız olduğunu anımsadım....” (Yazının devamında, Mehmed Âkif’in Teşkilât-ı Mahsusa’cılığını hatırlatmışım.)
(3) Korkunç şeyler (3 Kasım 11). “KCK’ya zerrece sempatim yok. Aşikâr ki bu, bir sivil siyaset örgütü filan değil. Tersine, bir silâh ve şiddet örgütü olarak PKK’nın, sivil siyaseti yüzde yüz hegemonyası altında tutma aracı. (...) Madalyonun diğer yüzünde, hükümetin KCK diye habire genişleyen bir tutuklama dalgasına girişmesinin anlamı ne ? (...) BDP’yi mümkün olduğu kadar ezelim, sıkıştıralım ki hizaya gelsinler –yok, bu olacak şey değil. Bir hesaba göre, 2009 Mart’ından bu yana KCK diye neredeyse 8000 kişi gözaltına alınmış; bunlardan yaklaşık 4000’i de tutuklanmış. İş silâh ve şiddetle, evet, hiç ama hiç ilgisi olamayacak, olduğuna asla inanamayacağım insanlara uzanıyor.”
(4) İğrenç şeyler (5 Kasım) : “... seçimler, Meclis boykotu, Silvan, Çukurca, Kazan vadisi, KCK 1-2-3 derken, bir kere daha toptan çıldırdık. Devletin şiddetini arkalayan ve körükleyenler (muazzam bir koro). Her çeşit Türk milliyetçisi ve Türk-İslâm sentezcisi. Atatürkçüler, ulusalcılar, Baasçılar, devletçi-cemaatçi, ırkçı-otoriter Müslümanlar.” (Son beş sözcüğün altını burada çiziyorum.)
(5) Aynı yazıda : “Bir sonraki kertede, KCK tutuklamalarına karşı çıkmak ile KCK’ya sahip çıkmanın farkını ‘sol’dan gözetmeyenler. [Diğer yanda] ... KCK operasyonunu sonuna kadar savunmak uğruna, tutuklanması kamuoyunda ciddî bir haksızlık ve aşırılık hissi uyandırmış aydınları karalamaya girişmek.”
Bunlara ek olarak : (6) 9 Kasım 2011’de (Çarşamba) aHaber’de, Selin Ongun’un “Bi Sormak Lâzım” programına; (7) 10 Kasım’da (Perşembe) Habertürk’te Belkıs Kılıçkaya’nın “Doğru Açı” programına katıldım. Her ikisinde, KCK tutuklamalarına karşıyım dedim. Ahmet Altan’ın da dikkat çektiği gibi, TMK’nın gizlilik hükümlerine sığınarak yürütülmelerinin nasıl bir haksızlık ve yanlışlık yargısına yol açtığını anlattım.
Şimdi... BDP’de ders vermem dedim diye hemen bu iftiraları çırpıştıran yaratıklar (her kimse), çıkıp da evet, biz yaptık ama yanlış yapmışız derler mi acaba ?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.