NEREDE DURUYORUM (2) : KÜRTLER, PKK, KCK
Halil Berktay
12 Kasım 2011 Cumartesi 08:22
On. Geçen sefer sözünü ettiğim, Üçüncü Dünya “devrimci” örgütlerinin şiddete dayalı tahakküm ve hegemonya biçimlerini görmek istemeyişin tipik bir örneği, Yıldırım Türker’in sığ, tek yanlı, çizgisel “muktedirler” anlayışı. Türkiye’deki tek “muktedir” devlet ve birçok Taraf yazarı da ondan yana. Bir de katıksız “mazlum ve mağdur”lar var; “yerine göre tabii katil”liği bile “savaş hali” gerekçesiyle mazur gösterilebilen PKK da böyle bir şey.
Halbuki gerçek öyle değil. Değişik niş ve alt-coğrafyalarda farklı iktidar odakları var ve kendi çevrelerine “hükm”edebiliyor. PKK bu alternatif iktidar odaklarının en güçlüsü, en önemlisi. Diyalektik satayım mı, her şey zıtların birliğidir ve iki yanı vardır diye ? 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında, Türk milliyetçiliği ve örgütlerinin (örneğin İttihat ve Terakki ve ünlü Teşkilât-ı Mahsusa’sının) nasıl hem ezilen hem ezen boyutları vardıysa, bugün de radikal Kürt hareketi ve örgütlerinin (örneğin PKK’nın) hem ezilen hem ezen boyutları var. Ezdi mi de fena eziyor, (silâhlı) örgüt disiplini, iç “adalet”i, her toplantıda boy gösteren ve herkesi markaja alan siyasî komiserleri, KCK’sı, JİTEM benzeri TAK’ı ve (ikna odaları benzeri) özel ikna kamplarıyla. İşin bu yönünü görmezlikten gelen “radikal” duygu gösterimleri, belirli bir bilgi ve düşünce sığlığını kapatmaya yetmiyor.
On bir. Tekrar altını çizeyim; hukuk değil siyasî realite konuşuyorum. Türkiye’de kimse, Kürtlerin ayrılma dahil kendi kaderini tâyin hakkını dahi temel alacak örgütlerin kurulması özgürlüğünü, süper-radikallerin o çok horladığı (çünkü aslında felâket kıskandığı) Ahmet Altan gibi savunamadı. İlginçtir, Roni Margulies ilkeyi teorik olarak dile getirdi de, Ahmet Altan gibi kamuoyuna malolup kitleselleşebilecek bir dile dökemedi. “Komünist” ile “iyi liberal”in bir farkı da bu olsa gerek.
Geçelim. Bu, başka kimsenin ya o kadar cesur ve/ya o kadar kıvrak olmadığı için telâffuz edemediği kadar radikal; Kürt halkının gerçek dostlarının kimler olduğu veya olmadığı tartışmasına da açıklık getirecek kadar net ve namuslu bir tezdir. Ben de Ahmet Altan’la aynı görüşteyim; sırf ana dili ve diğer kültürel haklardan, ya da açık-örtük hiçbir ayırımcılığa uğramaksızın gerçekten, yüzde yüz eşit vatandaşlar olarak yaşama hakkından değil; onun ötesinde, ayrılmayı da konuşabilme ve ayrılma fikri etrafında örgüt kurabilmeleri hakkından yanayım. Bunlar mevcut anayasa ve yasalarda yok. Ben demokratik anayasa değişiklikleri içinde yer almaları, sonra uygun yasa değişiklikleriyle de perçinlenmelerini (ve bu uğurda demokratik, silâhsız, barışçı bir mücadele verilebilmesini) özlüyorum.
Bu, Kürtlerin tercihlerini ayrılmak yönünde kullanmalarından yana olduğum anlamına gelmiyor. Eğer o koşullar bir gün gerçekleşirse, faraza özgür bir referandum ortamında, ben de şahsen çıkar ve ister kendi başıma, ister bir kollektifin parçası olarak, ayrılmamalarından yana görüş belirtirim. Çünkü aslen, Türklerin ve Kürtlerin demokratik bir cumhuriyet içinde hür ve eşit olarak yaşamalarını istiyorum. (Yeri gelmişken, malûm, ben Leninist değil, daha çok Leninizm tarihçisi konumundayım ama, DSİP’in 12 Eylül 2010 referandumu sırasında Kürt illerinde BDP’nin boykot kararına karşı çıkmama, buna gerekçe olarak “biz Kürt halkının temsilcisinin kararına saygı gösteririz” deme tavrının Lenin’e dayandırılamayacağını da bilhassa ifade etmek isterim. DSİP’in veya kendini Leninist, komünist, her neyse, özetle işçi sınıfının [teorisinin] partisi olarak gören başka herhangi bir partinin başında çağdaş bir Lenin olsaydı, asla böyle payeler dağıtmaz; kendisinin Türkiye proletaryasını temsil etme iddiasını ciddiye alır; o iradeyi herhangi bir Kürt örgütüne tâbi kılmaz; boykotu yanlış buluyorsa – ki DSİP yanlış buluyordu – sadece batıda değil her yerde bunu açıkça söyler; “yetmez ama evet” mücadelesini bütün ülke sathında verirdi.)
Bunu da geçelim. Sağda solda, ezilen bir halk olarak Kürtlerin bütün haklarından yana olduğumu söylerken kastettiğim bunlardır. Dolayısıyla ve özetle, PKK, KCK ve BDP’yi tartışırken de pek suç kavramıyla değil, pratik gerçeklikle ilgiliyim.
Şimdi on iki. Bu çerçevede, BDP içinde ve çevresinde barışçı bir siyasî mücadele vermek isteyen pek çok insan (Kürt ve Türk) vardır da, PKK açısından nedir BDP – ve KCK? Sinirli ve minik beyinli birileri, aklınca bana hakaret etmek için, gidip başbakana sormamı salık vermiş. Hiç gerek yok. Ne bilip bilmediğimiz konusunda birbirimizi aldatmaya kalkmamız abes. PKK açısından BDP, illegal savaş örgütünün daima kontrol altında tutulacak, çelik çekirdeğin çizgisinden sapmasına izin verilmeyecek legal cephesidir. İki anlamda “cephe”dir : Çelik çekirdeğin (bu örnekte PKK’nın) doğrudan otoritesi altında olan (herhalde) bir azınlık ile olmayan (herhalde) bir çoğunluğun koalisyonu, “birleşik cephe”sidir. Aynı zamanda, binanın fasadı anlamında bir “ön” veya “dış cephe”dir.
Peki, PKK ile BDP arasında KCK nedir ve nerededir ? BDP’nin, yani sivil siyasetin (veya umudunun) yukarıya doğru uzanan bir parçası mıdır, yoksa PKK’nın, yani silâhlı mücadelenin aşağıya doğru uzanan bir eklentisi midir ?
Devam edeceğim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.