NEDEN HDP?
Erol Katırcıoğlu
01 Temmuz 2014 Salı 08:04
Geçmişte yazdığım bir yazının başlığını “Baskı Birleştirir” diye koymuştum. Buradan, Kürt siyasetinin neden eğilip bükülemeyen, güçlü bir siyaset olduğuna ilişkin düşüncelerimi yazmıştım. Genel olarak, kendi içinde farklılıkları da olan bir kimliğin mensuplarının hakim ulusun baskısı altında kaldığında kendi içinde kapsayıcı bir “biz” duygusu üreteceğini, Kürt kimliğinin de bunu başardığını, bu nedenle de farklı konum ve fikirlere sahip olsalar bile bu baskı altındaki (bütün değilse bile çoğunluk) Kürtlerin birlikte davrandıklarını ve böylelikle de güçlü bir muhalif enerji ortaya koyduklarını yazmıştım.
Tabii buradan, hakim ulusun kimlik üzerindeki baskısını azaltmasıyla da tersini beklememiz gerektiğini ima etmiştim. O günlerde baskı şiddetli olduğu için de bu olasılık üzerinde pek durmamıştım ama çözüm sürecinde olumlu gelişmelerin olduğu bugünlerde, özellikle “çerçeve yasasının” da yakında yasalaşacağından giderek Kürtler arasında oluşmuş bulunan “biz” duygusunda bazı ayrışmaların olabileceğini de yukarıdaki beklenti bağlamında söylemek sanırım pek de yanlış olmaz. Nitekim dün itibariyle kurulan “Kürdistan Demokrat Partisi” de bu ayrışmaların en sonuncusu.
İşte tam da bu atmosferde HDP olağanüstü kongresini yaptı ve Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ı eşbaşkanlar olarak seçti. Sanırım birçok kişi BDP’den neden HDP’ye geçildiğini böyle bir atmosferi dikkate alarak değerlendirmediği için de şaşırdı. Hatta kimileri, BDP’nin en güçlü olduğu bir dönemde, bu öneriyi getiren Abdullah Öcalan’ın yanlış yaptığını, BDP’nin kapatılıp HDP’ye dönmenin mevcut muhalif gücü eksilteceğini ileri sürdü.
Bugünlerde batı dünyasında, bir kitabın giderek en çok satan listelerinde başlara kadar yükselmekte olduğuna tanıklık ediyoruz: Thomas Piketty’nin “21. Yüzyılda Sermaye” adlı kitabından sözediyorum. İyi eğitimli bir Fransız olan iktisatçı Piketty’nin bu kitabı özellikle Amerika’da öyle bir yankılanmaya başladı ki birçok siyasetçi bu kitaba referans vermeye başladı. Özetin özeti olarak Piketty’nin bu kitapta söylediği şey, 100-150 yıllık bir süreçte 16 kapitalist ülkede gelir dağılımının giderek bozulmuş olduğu ve kapitalizmin krizlerinin de gelir dağılımındaki bu eşitsizliğin sonucu olduğu. Yani sol siyasetlerin sürekli olarak vurguladıkları “eşitsizliğin” kapitalizmin ürünü olduğu ve insanlar arası eşitsizliklerin giderilemediği bir dünyada insanlığın da huzur bulamayacağı iddiasının bir versiyonu. Piketty’nin etkisi öylesine büyük ki en son örnek olarak İMF başkanı Lagard’ın geçenlerde “Kapitalizm eşitsizlik yarattığı ve değişmesi gerektiği”ne ilişkin sözleri sanırım Marx’ı mezarından kımıldatmış olmalı.
Bu konuya neden mi girdim? Çünkü dünya değişiyor ve değişimin yönü sol siyasetlerin iddialarının yönünde gibi gözüküyor. Burada “sol”dan kastım tabii ki “devletçi ve merkeziyetçi” bir sol değil. Aksine, özgürlükçü, çok kimlikli, barış ve kardeşlikten yana ve katılımcı bir hayat öneren bir sol. İşte Öcalan’ın HDP’deki ısrarı da bence bu nedenle. Yani, değişen dünyada Kürt kimliği üzerinden bir siyaset döneminin bitmekte olduğu ve yeni dünyada “sol ve demokrat” bir siyaset döneminin başladığı ve Türkiye’de Kürt kimliği üzerinden oluşmuş bulunan muhalif enerjinin de ancak Türkiyeli sol ve demokrat insanların muhalif enerjisiyle buluşmasıyla Türkiye’nin değişebileceği düşüncesi.
Doğru olmadığını söyleyebilir miyiz?
HDP’nin son kongreden sonra böyle bir siyasi alana yerleşmek istediği açık. Selahattin Demirtaş da Figen Yüksekdağ da sanırım bu yere en uygun isimler. Bugün cumhurbaşkanlığı için seçilen Selahattin Demirtaş’ın konuşması ve cumhurbaşkanlığı seçim çalışmaları HDP’nin Türkiye’nin soluna talip olduğunu daha da ortaya koyacaktır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.