21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

NE YAPTIK Kİ BU KÜRTLERE

Nabi Yağcı

03 Ekim 2011 Pazartesi 13:20

Meclis’teki Kürt milletvekillerinin yemin edişlerini izlerken böyle diyenler aklıma geldi. Türk’seniz etrafınızda böyle diyenlere rastlamışsınızdır, sayıları az da değildir. Dün böyle bir soru kimileri için yanlış ama samimi bir soru olarak kabul edilebilirdi. Tarihte Kürt halkına yapılan zulümleri, bu zulümlerin doğurduğu Kürt isyanlarını herkes bilmiyordu; 12 Eylül Diyarbakır zindanlarındaki insanlık dışı işkencelerden de bihaber olabilirlerdi ama bugün hâlâ bu soruyu soranlar varsa art niyetlidirler.

Ne mi yaptık Kürtlere?

Sayıp dökmeyeceğim elbette, yanıt olarak yalnızca Meclis kürsüsünde yemin ederken Adalet Tanrıçası gibi vakur duruşuyla Leyla Zana’yı göstereceğim. Şöyle düşünenler var: “O zaman Türkçe yemin etmedin de ne oldu, bak şimdi ediyorsun...”

Böyle düşünenler kendi utanılası zavallılıklarının, körlüklerinin farkında değiller. Türkçe yemin etmedi de ne mi oldu? Kürsüde yasaklanan dillerini Kürtler şimdi Türkiye’nin her yerinde özgürce değilse de serbestçe konuşur oldular. Zana cezaevinde yıllarını boşa geçirmedi. Hem kendi halkının aşkın sevgisini hem de vicdanlı Türklerin yüreğini, yüreğimizi kazandı.

Kürt özgürlük hareketi Zana’nın Meclis kürsüsünden koparılıp alındığı 20 yıl öncesinden çok daha güçlü olduğu halde, bugün Leyla Zana TBMM kürsüsüne çıkıp dün yapmadığını yaptı.

Türk/ce yemin etti.

Türkçe değil Türk/ce idi yemin. Yani Türklük yalnız dilde kalmıyordu, metnin içeriği de Türk’tü. Yemin metni Türk milletine, Türk devletine sadakat istiyordu. Kimdi isteyen? Cumhuriyet kurulurken verdiği söze sadık kalmayan, sonrasında Kürtleri yok sayan Türk devleti. Sadakati çiğneyenler sadakat istiyorlardı.

Zana, Kürt ve Blok milletvekilleri, bu yemini ederken, halkın kardeşliği ve barış adına bu acı iksiri içmeye razı olurken onlar yüceldiler ama ya dinleyenler, Türkler? Bizler için ortada gurur duyulacak zerrece bir sebep yoktu, tersine utanç vesilesiydi bu yemin.

Çokkültürlü, çok etnisiteli bir toplumu monolitik devlet anlayışının hapishanesine tıkan bu zihniyeti yeminler ayakta tutamaz artık. Komik bile oluyor.

Şimdi zorla değil rızayla yeniden birleşmek gerekli. Meclis’e dönen ve bu acı iksiri içme pahasına kürsüye çıkan BDP, Kürt milletvekilleri ellerini gönüllü birlik için bizlere uzattılar.

Bu el tutulmalıdır.

BDP’nin Meclis’e dönüşü öncekinden anlam bakımından çok farklıdır. Bu dönüş objektif olarak savaşın değil barışın tercih edildiği anlamınadır. Bu dönüşün sübjektif olarak da bu anlama gelmesi ortak bir yeni dil ile mümkün. Barışı savaşın diliyle istemek, şiddeti, ötekini tahrik edici kurşun gibi ağır sözlerle eleştirmek eskimiştir. Şu son yılların deneyi şunu gösteriyor: Kurşunun çözemediği bir sorunu kurşun yerine geçen kurşun gibi sözler hiç çözemez.

Daha da önemlisi savaşan iki devletten söz etmiyoruz. Kürt ve Türk halklarının özgür iradeleriyle ortak yaşamı birlikte kurmasından söz etmekteyiz. Öyleyse bize gerekli olan ortak yaşam dilidir. Bunun nasıl olacağını kimse kimseye dikte edemez, ancak birlikte bulunabilir. Fakat şurası kesindir, ortak yaşam dili birbirimizi değişmeye teşvik edici olmalı, bu ise birbirine değmeyen bir dille yapılamaz.

BDP’nin Meclis’e dönüşünün kendi içinde sancılı olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu nedenle Meclis açılır açılmaz bir mucize bekliyor da değilim. Ortak dil hemen doğmayacaktır. Burada önemli olan savaşın değil siyasetin öne geçmesi ve dolayısıyla savaşın değil siyasetin dilinin giderek boy vermesidir.

TBMM’de birlikte bulunmanın başka bir anlamı olabilir mi?

Siyasetin yolunu açmak öncelikle hükümetin sorumluluğudur, ona düşer. Başbakan bugüne dek bir yandan BDP’yi siyasete davet eden ama öte yandan önünü tıkayan, elini uzatmayan bir söylem içinde oldu. Bu değişmeli artık. Silah tekeline sahip olan devlettir. Tehdit söylemini çok kolay kurabilir. Ama Kürt halkı tehdide boyun eğmeyeceğini yeterince gösterdi.

PKK de dünkü PKK değil, tehdit etmeye de pohpohlanmaya da ihtiyacı olmamalı diye düşünüyorum. İhtiyacı olduğu tek şey demokratik kamuoyunu kazanmaktır. Kendimi de içinde gördüğüm farklılıklarıyla birlikte yükselen bir kamuoyumuz var artık. Demokratik kamuoyu tehdit veya pohpohlanarak kazanılamaz zira tutumunu ne yalnız iktidara ne de yalnız PKK’ye bakarak tayin ediyor. Bu açıdan Karayılan’ın Taraf’ı hedef alan söylemi talihsizlikti.

Eleştiriye evet ama eleştirileri susturmaya hayır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.