21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

NE İSTİYORLAR?

Nabi Yağcı

13 Ağustos 2011 Cumartesi 11:08

Birbirini tamamlar mahiyette olan son üç yazıma gelen eleştiri/katkı nitelikli görüşler üstünde durmak istiyorum. Gelen görüşleri tek tek ele almak yerine her zaman yaptığım gibi yine toplu değerlendirmeyi tercih edeceğim. Zira her birini aktarmak yer sıkıntısı yaratacağı gibi bu sıkıntı nedeniyle yer veremediğim görüşlere da haksızlık olacak.

– “İki ayrı birlik anlayışı” diye başladığım yerde ayrılık hakkından söz etmemi bir çelişki olarak görenler oldu. Mademki öteki de “birlik-beraberlik” diyor o halde neden ayrı varlığa vurgu yapıyorum? Eşit vatandaşlık hakkının tanınması yetmiyor da neden bir de ayrıca topluluk haklarından söz etmek gerekiyor? Yeni anayasada etnik bir kimliğe dayandırılmaksızın, anayasal vatandaşlık tanımlanırsa Kürt sorunu için de bu yeterli çözüm oluşturmaz mı?

– Topluluk hukukunun tanındığı yerde bireyin hak ve özgürlüklerinin korunması meselesi de bizi ilgilendirmiyor mu? Bu nasıl sağlanabilir?

– Topluluk veya grup hukuku uluslararası sözleşmelerde de artık tanımlanıyor ama bu hukukun öteki ile sınırları net olarak çizilmiş değil? Bu problem nasıl aşılabilir?

– Dünya vatandaşlığını ve evrensel insan haklarını savunmak yeterli ve kapsamlı bir konsept oluşturmaz mı?

Bütün bu soruları son derece yerinde ve gerekli sorular olarak görüyorum. Kanımca eskiden yeniye veya eski demokrasi anlayışlarımızdan yenisine geçişin arayışıyla ilgili soruları bunlar. Hani denir ya, doğru soruları sormak problemin çözümünün yarısıdır. Bu soruların hepsinin asıldığı çengeli ben dünyayı saran derin ve yeni demokratik değişim zorlaması olarak niteliyorum.

1789, 1917 ile birlikte bitiyor

Belki başkaları da bir yerlerde söylemiştir, bilmiyorum ama benim tezim şu: 1789 İnsan Hakları Bildirgesi’yle başlayan klasik demokrasi dönemi artık sonlanıyor. 1917’nin zamanını doldurmuş olmasını bir duvarın gözle görülür, elle tutulur biçimde çökmesi gibi yaşayıp gördük. Bunda hemfikir olmak kolay ama 1789’un da devrini tamamlamış olduğunu görebilmek o kadar kolay değil. Sanırım karşımızda duran problematik de esas olarak bu.

Tarihsel gelişmenin seyrine baktığımızda önce sivil haklar evresinin sonra ise sosyal haklar evresinin geldiğini görüyoruz. Basitleştirmenin tehlikesini unutmaksızın, 1789’un (Fransız devrimi) birincisine, 1917’nin ise (Sovyet Sosyalist Devrimi) ikincisine tekabül ettiğini söyleyebilirim. Böylece insanlık tarihsel değerde temel iki hukuk ve sosyoloji nosyonu edinmiş oldu. Evrensel insan hakları ve evrensel sosyal haklar. Ne var ki bu iki cereyan birbirine karşıt gelişti.

Şu basit iki şey birleşemedi bugüne dek: Yaş, cinsiyet, din, dil, renk farklılıklarına, sınıfsal, etnik aidiyetlere bakılmaksızın insanın sırf insan olmaktan gelen vazgeçilemez, devredilemez evrensel temel hak ve özgürlüklere sahip olmasıyla; yine bütün bu farklılıklara bakılmaksızın ve ek olarak hiçbir işi olmasa, çalışmasa bile tüm insanların temel yaşam standartlarına sahip olması, yani beslenme, sağlık, konut, eğitim gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması.

Birincisinin olduğu yerde ikincisi olmadı, ikincisinin olduğu yerde ise birincisi. Çok basitleştirmiş olsam da insanlığın büyük yürüyüşünün gelip dayandığı durağı böyle özetliyorum. Kısacası insanlık bugün hem maddi hem manevi yaşamı açısından zenginlik içinde yoksulluk çekmekte.

Somali’de ağızlarına aç sineklerin üşüştüğü aç çocukların; aç bebelerini umutsuzca hayata bağlamaya çalışan, sütsüz memeleri büzüşmüş bir deri bir kemik aç anaların görüntülerine bakamıyorum. Suriye’de Hama’da top ateşi altında can verenlerin görüntüsüne de. Türkiye’de hapishanelerde Kürtlerin olmasına, Türk-Kürt gençlerin ölmelerine de da isyan ediyorum Amacı araçlaştıran, şiddeti meşrulaştıran hiç bir yüceliği kabul etmiyorum. Ama benim dışımda bana rağmen varolan gerçekliği de yok saymıyorum. Mesele, bizim iyi-güzel-doğru tariflerimize, tasvirlerimize uymak zorunda olmaksızın hükmünü icra eden gerçeğe gözü kapamak değil onu değiştirebilmek...

Değişim çoktan başladı bile

Dünya kaynıyor, ekonomik/mali kriz kendini doğuran kapitalizmi de değişime zorluyor. Eski yapılar hâlâ ayak direse de uzun ömürlü olamayacakları şimdiden belli. Halklar ayakta. Tunus, Mısır, Libya, Suriye halkları ekmek istiyoruz diye sokağa dökülmedi, demokrasi istiyoruz dediler. Ya öteki taraf, Batı? Yunanistan, İtalya, İngiltere, Fransa’da sokağa dökülenler ne istiyorlar? Açlar mı, savaşa mı karşı çıkıyorlar, diktatörlük, faşizm altında inliyor da özgürlük mü istiyorlar? Hayır.

İsyan Somali de, Afganistan da değil de niye buralarda sökün ediyor?

Ne istiyorlar?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.