NE DEMİŞ OLABİLİRİM, NE DEMEM GEREKİRDİ
Halil Berktay
28 Aralık 2011 Çarşamba 00:27
Gene bir yan pist, gene Murat’la ikincil bir anlaşmazlık. Gerçi bunlar siyasî pratikte hiçbir farklılığa yol açmaz. Faraza geniş sol bir parti oluşsa ve ikimiz de böyle bir partide yer alsak, tabii her konuda yüzde yüz anlaşırız diye bir şey de söylenemez ama, bu anlaşmazlıklar hiç sosyalizmin tarihsel olarak bitip bitmediği, ya da kendimizi sosyalist veya sosyalist değil diye tanımlamak üzerinden oluşmaz.
Çünkü Murat için sosyalistlik, kişiliğine içsel, özel bir etik ahid gibi. Oysa tartışmada yer alan diğer bazı kişiler için pek böyle değil (şimdi aralarına, 23 Aralık’taki “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” sloganıyla Hüseyin Ergun da katıldı). Bu havadakiler sosyalistliği ve/ya komünistliği bir etik üstünlük iddiası olarak sürdürüyor. Dolayısıyla “başkaları”yla ilişkiler alanına teşmil ederek genişletiyor. Her türlü ortak pratikte, her zaman sosyalistlik üzerinden mazarrat çıkartabilirler. Bu nedenle, partili bir demokratik sol politikada meselâ ben onlara sosyalistliği tahakküm aracı yapıp yapmama noktasında güvenemeyeceğimi düşünüyorum. Belki üç dört hafta sonra, bu tartışmada son sözlerimi söylerken, bu hususa tekrar dönerim.
Fakat önemsiz bile olsa, bir soruna daha değinmek zorundayım ki aradan çıksın ve bize ayak bağı olmasın. Bilim ve ideoloji’de Murat şöyle yazıyor : “Bundan birkaç yıl önce birlikte konuşurken ...‘İyi bir tarihçi Marksist olmak zorundadır,’ demişti Halil Berktay. ‘Öyle olduğunun bilincinde olabilir ya da olmayabilir. Bilincinde olmak önemli değil. Ama Marksist olmak zorundadır.’” Biraz aşağıda, “sanırım Halil o özgül konuda bugün de aynı şeyleri söyler” diye devam ediyor (23 Aralık 2011).
Yazının bütününden anlaşılıyor ki bu da Murat açısından Marksizmin hakkını vermenin bir parçası. Nitekim bir yerinde, “bu yalnız tarihyazımı gibi bir alanla sınırlı bir şey de değil. Dünyadaki kapitalist sistemin kendisi, sosyalist muhalefetin getirdiklerini de entegre ederek gelmedi mi bugüne ?” diye soruyor. En sonda, “benim formasyon denecek bir şeyim varsa, orada en ciddi belirlenimler, Marx’tan ve Marksizmden gelenlerdir” diye bitiriyor.
Son iki tesbit benim açımdan da aynen geçerli. Gerek “muhalefet Marksizmi” gerekse (Sovyetler Birliği ve “halk demokrasileri” dâhil) “iktidar Marksizmi”nin tarihî demarşı, meydan okuyuşu ve rekabeti olmasaydı, kapitalizm de evrildiği kadar evrilmezdi. Ve tabii ben de kendimi, soran olursa, (sol demokrat bir aydın ve) Marksist bir kültür kıtası içinden çıkagelen bir tarihçi diye ifade etmeye çalışıyorum.
Ama dikkat : sosyalistim demediğim gibi, (kendim için dahi) Marksist bir tarihçiyim de demiyorum. Ayrıca, bunu sadece şimdi değil, galiba epey zamandır demiyorum. Murat’ın aktardığı gibi bir ifadeyi, gençliğimde, militan Marksizm günlerimde söylerdim. Ama ciddî, profesyonel tarihçiliğin içine gireli beri öyle düşünmüyorum ve söylemem de. Nasıl böyle diyebilirim –Historiyografi derslerimde bunun (bu şekliyle) yanlışlığını; daha genel olarak, tarihçinin herhangi bir “izm”i olamayacağını anlatırken ?
Bu sohbeti hatırlamıyorum ama, ne olmuş olabilir ? Ya, beraber geçen bir akşamın yol açtığı, kolayca tahmin edilebilecek nedenlerle ben doğru dürüst konuşamıyordum ! Ya da Murat hafif yanlış hatırlıyor veya (Althusser’in “bilim adamlarının kendiliğinden felsefesi,” ister istemez materyalist olmaları hakkında söyledikleriyle de birleştirip) az buçuk yanlış özetliyor. Biraz da bir üslûp meselesidir belki; Murat benden daha geniş ve rahat yazıyor (ya da ben sözcük seçiminde daha huysuzum): onun için ben materyalist dediysem, o bunu kafasında Marksiste eşitlemiş olabilir (ki ikisi aynı şey değil). Veya hepsinin bir karışımı.
Her neyse. Önemli olan hafıza hatâsı değil, benim gerçek pozisyonum, şimdi (ve yirmi yıldır) ne düşündüğüm. Hayır, “o özgül konuda bugün de aynı şeyleri” söyleyemem. Evet, bir vakıa olarak benim de en önemli zenginleşme kaynağım Marksizm oldu. Ama Marksist tarih teorisinin de (a) öyle sakatlıkları vardı ki; (b) metod ve içerik bakımından öyle noktalarda aşıldı ki; bu süreçte (c) Marksist tarihçilik ile Marksist olmayan tarihçilik arasındaki sınırlar da öyle silindi ki... Bugün ben kendimi de Marksist bir tarihçi diye özetleyemem; hele iyi bir tarihçi Marksist olmak zorundadır gibi bir şeyi, hiç ama hiç telâffuz edemem.
Edersem, sosyalizmi bilmem ama, her şeyden önce meslek ahlâkıma ihanet etmiş olurum. O takdirde bütün tarihçi arkadaş ve meslekdaşlarım ile, herhalde en fazla, bu tartışmayı da okuyacak olan öğrencilerimden özür dilemem gerekir. Nasıl olur da onlara, mutlaka Marksist olmalısınız gibi bir mesaj vermeye kalkabilirim ?
Burada başka meseleler de var kuşkusuz. Bir, tarihçilikte ne oldu ki böyle bir durum doğdu ? İki, Marksizm ile sosyalizm aynı şey mi ? Veya, Marksizmin geçmişteki düşünsel katkılarından, sosyalizmin tarihsel olarak bitmediği sonucu çıkabilir mi ? Tersine, üç, o özgün, özgül katkı zenginliğinin de kalmamış olması, sosyalizmin varoluş hakkı ve nedeni hakkında olumlu değil olumsuz bir şeye işaret etmiyor mu ?
Marksizm ve tarih parentezine üç dört yazı daha bunlarla devam edecek; sonra bir yolunu bulup tartışmanın ana mecrasına döneceğim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.