NE ÇEKTİN BE SÜREÇ!
Hilal Kaplan
14 Temmuz 2014 Pazartesi 08:08
Şemdinli bombalamasında derin devlete suçüstü yapılmışken, bölgeden 'Derin Kürt korkusu' başlıklı yazılar döşenmiş mahir yazarlar 'Kürtler jilet olup hepimizi kesecek' diyerek savaş güzellemeleri yapıyordu. Diğerleri de 'Aslansınız; yürüyün be kesseler acımaz' diyerek, Ak Parti'ye zarar verebilecek tek güç olarak gördükleri PKK'ya 'Vur, kır, parçala, bu maçı kazan' tezahüratları yapıyordu.
2011-2012 arası çok kan döküldü. Devrimci halk savaşı rüyası görenler, yüzlerce gencin ölümüne sebep oldu.
Çözüm süreci başlamadan önce, 'Erdoğan, başkan olmak istediği için Kürtlerle savaşıyor. Kafasındaki çözüm daha fazla ölüm, daha fazla hapis. Bilin ki savaş ortamında demokrasiden bahsedilemez' diyorlardı.
Ak Parti, kongresinde Mesud Barzani'yi ağırlıyor, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilk kez adıyla zikrediliyor; onlar 'Türk-İslâm Kongresi' manşetleri atıyordu.
Açlık grevleriyle ümitsizliğe düşüldüğü bir anda kriz, fırsata tahvil edildi ve süreç başladı.
Çözüm süreciyle beraber 'Ak Parti milliyetçilere oynuyor', 'Ak Parti Ankaralılaştı', 'Ak Parti devlet oldu', 'Erdoğan'da çözüm iradesi yok' tezleri ellerinde patlayınca iyice hırçınlaştılar.
Çözümü daha küçük bir filizken ezmek istedikleri için bu sefer, 'Erdoğan, başkan olmak istediği için Kürtlerle barışıyor. Kafasındaki çözüm barış falan değil, kendi iktidarını güçlendirmek, otoriterleşmek. Bilin ki demokrasi gelmeden barış olmaz' demeye başladılar.
Ulusalcılar ve güvenlikçiler, ısrarla 'Bu PKK'yla barış olmaz' tezini işlerken,
Tırnak içi demokratlar da 'Bu AKP'yle barış olmaz' tezini işliyordu.
İşbölümü tamamdı.
Sürecin başladığının Başbakan ağzından teyit edildiği daha ilk ayda Paris suikastleri gerçekleşti. Ama bu sınav başarıyla geçildi. Diyarbekir'deki büyük cenaze töreni ve halkın yasını tutmasına imkân veren hükümet, yeni bir 'devlet aklı'nın devrede olduğunun habercisiydi.
Ertesi ay da İmralı sızıntısı çıktı. Ancak aynı Oslo sızıntısında olduğu gibi bu provokasyon da halkı süreçten soğutmadı, bilakis daha da benimsenmesini sağladı.
Ve tarihî Nevruz mesajı... Öcalan, silahlara veda edileceğini ilan etti. Tabanını silahsız mücadeleye, PKK'yı silahsızlanmaya hazırlayacağının sinyalini verdi. Artık silahlar susacak, fikirler konuşacaktı.
PKK çekilmelere başladı. Âkil insanlar yollara düştü, barışı anlattı, halkı dinledi. Toplumun kılcal damarlarına kadar barışın güveni ve umudu yayılıyordu.
Derken tarihimizdeki en büyük küçük burjuva ayaklanması olan Gezi kalkışması başladı. PKK çekilmeyi durdurdu. Fırsat bu fırsattı; hükümet yıkılmalıydı.
En benim diyen gazeteci bile göz göre göre yalan haber yayan bir militana dönüşmüştü. Haber kanalları basılıyor, vandalize edilmiş canlı yayın arabaları önünde pozler veriliyor, molotof kokteylleri atılıyor, barikatlar kuruluyordu.
Selimiye Kışlası önünde 'Ordu-halk el ele' sloganları atılıyor,
Hüsamettin Cindoruk'tan Zekeriya Beyaz'a, Osman Pamukoğlu'ndan Kemâl Alemdaroğlu'na kadar tüm eski rejim kalıntıları Gezi'yi ziyaret edip övgüler düzmekte yarışıyor,
Taksim Cumhuriyet Galerisi basılıp, sergi tahrip ediliyor,
'Atatürk'ün huzurunda durdum, aklımda 'Ey Türk Gençliği'...' diyen adamlar 'duruyor',
Cafeler ve restaurantlar kendilerini kalpaklı Atatürk resimleri ve bayrak asarak korumaya çalışıyor,
Çözüm sürecinin bittiği Halk TV'den ilan ediliyor,
Atatürk ölmeyip AKM'nin üzerinden bize bakıyordu.
Ama Gezi ruhu bu değildi.
Ne var ki Türkiye, daha önce İran veya Malezya olmadığı gibi bu sefer de Mısır olmadı. Erdoğan devrilmedi.
Ancak artık Başbakan'a otoriter demek de kesmiyordu, basbayağı diktatördü. Evi ve ofisi basılmak istenen, eşi ve kızlarıyla en aşağılık biçimde dalga geçilen, darağacındaki resimleri dergilere kapak, protesto gösterilerine pankart olan bir diktatör...
Umdukları gibi sonbahar da pek sıcak geçmedi. Hükümet geniş kapsamlı bir demokratikleşme paketiyle sürece tekrar can verdi. Andımız kalktı. Geleceğin Kürtçe öğretmenleri mezun oldu. Başörtüsüne özgürlük geldi.
Bu sefer de Aralık ayında cemaat sanılarak bağra basılan bir örgütün derin devletin yeni sürümü olduğu ortaya çıktı. Diktatör ve katil tezviratına, hırsız da eklenmeye çalışıldı. MİT mensupları darp edildi. Gizli operasyonlardan devletin üst kademesinin gizli konuşmalarına kadar her şey deşifre edildi. Bu çetenin devleti kevgire döndürdüğü anlaşıldı. Erdoğan Gezi'de olduğu gibi mücadele etti ve kazandı.
'Memlekete biz demeden barış gelemez'cilerle, 'Benim yazmadığım ülkeye demokrasi denemez'ciler oyun dışı kaldı. Yanlarına bonus olarak 'Benim yönetmediğim ülke huzur bulamaz'cı örgütü de eklediler, cumhurbaşkanlığı seçimine gidiyorlar.
Çerçeve yasanın meclisten geçmesiyle beraber tüm engellemelere, sabotajlara, blokajlara, manipülasyonlara direnen çözüm süreci gittikçe büyüyen bir fidan artık. Oğlumun ve tüm çocukların o çınarın altında huzur içinde yaşayacağı günler için artık çok daha ümitliyim. Memlekete hayırlı olsun.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.