MÜTEDEYYİN KİTLENİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVI
Hüseyin Gülerce
12 Aralık 2012 Çarşamba 08:20
Suriye krizinin ve bölgemizde tırmanan gerilimin anlattığı gerçek şudur: Türkiye, sıkıntılı bir sürece doğru gidiyor.
Ne yapmalı? Mahir bir dış politika, tamam. Maceradan uzak durmak, tamam. Ancak Türkiye’nin, iç bütünlüğü koruyacak ve tahkim edecek bir huruç harekâtına ihtiyacı var. İç bütünlüğün sağlayacağı huzur, güven ve refah içinde bir kalkınma hamlesine ihtiyacımız var. Bunun da adı, hukukun üstünlüğünün sağlandığı, özgürlüklerin genişletildiği demokratikleşme hamlesidir. Türkiye’nin ilacı, demokratikleşmedir.
Türkiye’nin çıkışı evet, demokratikleşmededir. Demokratikleşme kelimesine bazılarının alerjisi olabilir. Ancak demokratikleşmeyi, Batı’nın dayattığı, içine sömürgeleşme rampalarının inşa edildiği gayri insanî bir sistem olarak algılamak doğru değil. İnsana ve tabiata, tamamen materyalist açıdan bakan, demokratik laiklik yerine laikliği dinsizlik olarak dayatan, din ve vicdan özgürlüğünü Müslümanlar için ıskalayan, dinin sonunun geldiğini, yerini artık akıl ve bilimin aldığını savunan yaklaşımlar, demokratlığın özü ile bağdaşamaz. Demokratikleşmeden kasıt, inanan, inanmayan, farklı inanç, düşünce ve fikir sahibi herkesin bir arada ve insanca yaşayabileceği ve evrensel insanî değerlerin esas alındığı bir sistemdir. Bu sistem; birilerinin buyurganlığı, tepeden bakışı ile değil, hep birlikte, herkesin birbirinin konumuna saygılı kalarak, uzlaşarak kurulabilir.
Bu zemini hatırlattıktan sonra, Türkiye’nin çıkışının demokratikleşmede olduğu tezine dönebiliriz. Türkiye’nin bugün en temel meselesi kutuplaşmadır. Kürt meselesinin de, Sünni-Alevi ayrışmasının da, laik-dindar, ilerici-gerici çekişmesinin de temelinde, kutuplaşma var. 27 Mayıs 1960 darbesinden bu yana bütün darbeler, askerî müdahaleler kutuplaşma üzerinden tezgâhlanmıştır. Bugün yargıya intikal etmiş darbe davalarının, devam eden suikast ve kanlı provokasyon soruşturmalarının hepsi, bu milleti kamplara ayırmak için yapılan planları açığa çıkarmak içindir.
Kutuplaşmayı ne bitirebilir? Tek bir cevabı var: Demokratikleşme…
Pekiyi bu vazife kimin sorumluluğunda? Hiç şüphesiz hepimizin… Sivili ve askeriyle, siyasetçisi ve bürokratıyla, üniversitesi ve medyasıyla, sanat ve iş dünyasıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla hepimizin sorumluluğu var. Lakin gözler, mütedeyyin çoğunluktadır. “İslamcılar” demiyorum. İslamcılık şahsen benim için rahatsız edici bir kelime. Kendini öyle ifade edenlere bir diyeceğim yok. Benim görüşüm, Müslüman, Müslüman’dır. Müslüman’ın, dininin gereklerini muhlis bir mümin olarak yerine getirince ayrıca bir şeyci olmasına gerek yok. Hem “İslamcı” kelimesinde, ideoloji ve siyaset ima eden bir taraf da var. “Düz bir Müslüman’ım” ifadesindeki tevazu, kucaklayıcılık, geniş açı, “İslamcıyım” ifadesinde yok… Gazetemizin sayfalarında haftalarca devam eden İslamcılık tartışmasına katılmaya hiç niyetli değilim. Zaten bu tartışmaya girmedim de. Ancak din ve demokratikleşme konusunda fikrimi ifade sadedinde bunları yazmak zorundaydım.
O sebepten diyorum ki, demokratikleşme hamlesinde, sınavdan geçen mütedeyyin makul çoğunluktur. Önümüzde de bize altın bir fırsat sunan yeni sivil ve demokratik bir anayasa hazırlığı var. Bu çalışmaya sahip çıkılmalıdır. Noksan ya da kusurları olsa bile -zaten ideal olana zaman içinde toplumdaki değişime paralel ulaşabiliriz- sivillerin bir anayasa yapıyor olmasını çok önemsemeliyiz. 2010 referandumundaki evet, sivil ve demokrat bir anayasa ile taçlanmalıdır…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber