22 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara10°C
  • İzmir17°C
  • Berlin0°C

MUSUL

Mesut Yeğen

23 Ekim 2016 Pazar 21:43

Öncülük etme payesi hangisine ait hatırlamıyorum ama hem Yalçın Küçük hem de Doğu Perinçek aynı alarmist tespiti seneler önce yapmıştı: “Musul giderse Diyarbakır da gider”. Birdenbire kapıldığımız Musul tartışmasında serdedilenler, başta Erdoğan olmak üzere hem devletin hem de kanaat erbabının önemlice bir kısmının memleket siyasetinin bu iki ‘egzantrik’ figürü gibi düşünmeye başladığını gösteriyor. En son rivayet o ki, başkanlık ettiği son bakanlar kurulu toplantısında Erdoğan da benzer bir tespitte bulunmuş ve Irak ve Suriye’deki gelişmelere atfen “Türkiye ya ileriye doğru hamle yapacak ya da küçülecek” buyurmuş. Bir zamandır yükselen Batı karşıtlığı, Rusya’yla yaşanan yakınlaşma, 15 Temmuz’u ulusalcı bürokratik ve entelektüel aparatın desteğinde defetme gibi işler ve bu işlere her cenahtan verilen hevesli destek Ak Parti, MHP, CHP, bürokrasi, medya, hülasa memleketin büyük kısmının Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek standartlarında düşünmeye başladığını zaten gösteriyordu; lakin bu kadar net bir örtüşme bugünlere kısmetmiş.

Yalçın Küçük-Doğu Perinçek aklının genel akıl, ulusal akıl olmasının tedirgin ediciliği bir yana, bu ikilinin Diyarbakır’la Musul’u bir diğerine bağladığı orijinal bağlamla bugünkü bağlam arasında epey bir fark var. Dolayısıyla, Musul’la Diyarbakır’ın kaderini bugünkü şartlarda birbirine bağlamanın, bugünkü şartlarda “Türkiye ya büyüyecek, ya küçülecek” demenin biraz farklı bir anlamı olsa gerek. Malum, Küçük ve Perinçek’i alarm durumuna geçiren 2003 sonrasında Irak’ta bir Kürdistan’ın kuruluyor olmasıydı.

Oysa, bugün durum bu değil. 2000’lerin büyük tehdidi KBY, Diyarbakır üzerinde bir tehdit oluşturmak bir yana, uzun zamandır Türkiye’nin iyi kötü müttefiki. Nitekim, bu müttefiklik durumundan olsa gerek ki, Türkiye’deki cari terminolojide hep bugün Kürdlerce yönetilen Kerkük’le birlikte anılan Musul, esas olarak Sünni Araplarla meskun kent merkezine atıfla ve bir başına anılıyor.

Gerçi Musul etrafında olan bitenin KBY’yi çevreleyen ihtilaflı alanların büyük kısmının Irak Kürdistanı’na dahil olmasına yol açıp KBY’yi ve Barzani’yi güçlendirecek olması Türkiye’yi yönetenleri muhakkak düşündürüyordur. KBY’nin ‘arazisini’ büyütmüş, hele de Kürdleri konfederalizm ya da bağımsızlıkla buluşturmuş bir Barzani’nin Türkiye açısından eskisinden daha zorlu bir müttefik olması ihtimali yok değil. Lakin, bütün bunlara rağmen Musul işinde Türkiye’ye ‘tehdit var’ dedirten Musul civarının KBY’nin eline geçecek olması değil. Barzani ve ABD izin vermediğinden PKK’nin Musul civarına yerleşmesi de değil. Belli ki, Türkiye’ye “tehdit var” dedirten Musul’un Bağdat tarikiyle Tahran’ın kontrolüne geçmesi ihtimali. Bugünkü şartlarda Türkiye’ye “büyümezsek, küçülürüz”, “tehdit var” dedirten bu ihtimal.

Peki neden? Musul’un Sünni Arap karakterinin değiştirilmesi, Musul ahalisinin Şii milislerin insafına terk edilmesi kabul edilemez, bu elbette doğru. Ama diyelim ki olmadı ve Musul Bağdat yoluyla Tahran’ın kontrolüne girdi. Bu, neden Türkiye’nin küçülmesine yol açsın? İran’ın Irak üzerindeki hegemonyasının Musul’u da kapsaması İran’ın bölgedeki nüfuzunu arttırır ve İran’ı Türkiye aleyhine güçlü kılar, buna şüphe yok, lakin bu durum neden Türkiye’nin küçülmesine yol açsın, burası esrarını koruyor.

Bir an için İran’ın bölgedeki nüfuzunun artmasıyla Türkiye’nin küçülmesi arasında mistik bir ilişki olduğunu farz edelim ve şunu soralım: Olur da Türkiye küçülürse neresinden ve nasıl küçülür? Neresinden küçülebileceği konusunda herkesin kafası açık: Türkiye küçülse, küçülse Kürdlerin yaşadığı yerlerden küçülür. Yok, küçülme fiziksel değil de niteliksel olacaksa burada da cevap çok zor değil: Türkiye epey bir Kürd, seküler ve Alevi yurttaşının enerjisini ulusal enerjisine dahil edemediği için küçülür.

Şimdi, küçülme ihtimallerimiz bunlarsa eğer, olur da bir gün küçülürsek, bu İran’ın bölgedeki nüfuzunun büyümesinden ziyade kendi ulus fikrimizden dolayı olacak gibi görünüyor. Türkiye, niceliksel ya da niteliksel, eğer Kürdler, sekülerler ve Aleviler üzerinden küçülebilir görünüyorsa, bu olsa olsa siyasi birlik mefhumumuzun fazlasıyla Türk ve fazlasıyla Sünni-İslami olmasıyla ilgili olsa gerek. Nitekim, hem “Sünni Musulu Şii İran’a bırakmak olmaz” düsturu hem de Irak Kürdistan’ının büyümesinden duyulan tedirginlik tam da bu küçülebilme halinin semptomu gibi duruyor. Öyle bir düstur ve tedirginlik ki, mezkur tehdidi azaltmak yerine pekiştiriyor. Türkiye, “Sünni Musul, Şii İran’ın olmasın”, ”Irak Kürdistan’ı büyümesin (ya da Rojava ayakta kalmasın)” dedikçe küçülebilme vasatını canlı tutuyor.

Türkiyeyi küçülebilme vasatından kurtarmanın yolu ulus fikrimizi, siyasi birlik muhayyilemizi yenilemekten geçiyor. Ulusal enerjinin tamamını “Musul’u İran’ın insafına terk etmemek gerekir” fikri etrafında toplayabilmek için Kürdleri, Alevileri ve sekülerleri evlerinde hissettiren bir ulusal muhayyileye ihtiyaç var, “Musul, İran’ın olmayacak” hezeyanına değil. (Bashaber)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.