22 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir18°C
  • Berlin2°C

MUSTAFA İSLAMOĞLU’NDAN MUSTAFA İSLAMOĞLU’NA NASİHATLER

Abdullah Can

13 Aralık 2014 Cumartesi 13:58

Kur’an-ı Kerim’de “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda savmaya bak. Bir de bakarsın, seninle arasında düşmanlık olan kişi, candan sıcak bir dost oluvermiş. Amma kötülüğe karşı iyilik hasleti ancak sabredenlerin kârıdır, faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır. Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni dürterse hemen Allaha sığın. Çünkü O, her şeyi işitir, her şeyi mükemmel tarzda bilir.” (Fussilet 34-36” ayeti biz müminler için şaşmaz ve şaşırtmaz bir düsturdur. Bu ayet ışığında, başta Nurcular olmak üzere, Mustafa İslamoğlu ve mensuplarına adalet ve itidali tavsiye ediyorum. 

İslâmoğlu’nun Üstad Bediüzzaman ve Nur Talebelerine yönelik suçlamaları (tenkit diyemiyorum) Nur cenahında ciddi bir kırgınlık ve kızgınlığa sebep olmuştur. Bu suçlamaların bir TV kanalında yapılması, Üstad’ı ve Nur Talebelerini ismen hedef alması; Üstad’ı hurufîlikle, Nurcuları Bahaî, Kadıyanî ve Yezidîlerle yoldaş yapması, tenkit ve teşhirciliğini “Kur’an’ı Anlama Yöntemi” kitabıyla en üst düzeye çıkartması ve bu eseri bir fa’l-i hayır olarak tanıtması, haklı olarak Nur Talebelerinin tepkisini çekmiş; onlara, “Mustafa İslamoğlu’na ne oluyor?” dedirtmiştir. Dolayısıyla cevap verme hakları doğmuştur. Bazı Nurcuların hakaretamiz ifadeleri tasvip edilemez, ancak bu işte İslamoğlu’nun ciddi yanlışlıkları vardır. Özetlersek: 

1- Mustafa İslamoğlu’nun, uydu üzerinden yayın yapan bir TV kanalından açıktan ve cepheden Üstad’a ve Nur Talebelerine saldırması doğru değildir. Bu çerçevede; ehl-i tarike, Mevlâna’ya, Şems-i Tebrizî’ye, Hallac-ı Mansur’a, Gazalî’ye yaptığı eleştiriler de yanlıştır; yersizdir, gereksizdir. Açıkça, kimilerini gıybet, kimilerine de bühtanda bulunmuştur. Bizim bildiğimiz Mustafa İslamoğlu, kendini bu kadar düşürmezdi; geniş bir cepheyle muarazaya tutuşarak stratejik bir hata işlemezdi. Bir tek günahın binlerce günaha dönüştüğü yayıncılık ve teşhircilik sahasında işlediği bu cürmü bir tek şekilde affettirebilir; hayatta olanlardan özür dileyip helallik istemesi, vefat etmişlere ise, duacı olup Allah’tan mağfiret dilemesidir. Kul hakkıyla Allah’ın huzuruna gitmenin ne demek olduğunu İslamoğlu bizden daha iyi biliyor.

2-Bir işe sebebiyet veren, onu işlemiş gibidir” kaidesince, hâlihazırdaki atışma ve sürtüşmenin müsebbibi Mustafa İslamoğlu’dur. Tabir caizse, fitnenin pimini kendisi çekmiştir. Adil ve mutedil davranamamıştır. Âlimliğini bir yana bırakarak, his ve heveslerine kapılmıştır. Şahsına olan saldırıları, karşı saldırılarla defetmeye çalışmıştır. Saldırganların kullandığı magazinel dil ve hakaretamiz söylemlere başvurmuştur. Öyle ki, muhalifinden bahsederken, “adını anarak dilimi kirletmek istemiyorum” diyecek kadar kindar davranmıştır.  “Ümmet-i vasat” çizgisinden sapmıştır. “Harici düşmanların tehacümü esnasında dâhili adavetleri unutmak elzemdir” düsturunu çiğnemiştir.

Evet, İslamoğlu fenalığı iyilikle savamamıştır. Hırsla kalktığı için zararla oturmuştur. Yılan ve ejderhaların ısırmalarına rıza gösterip sinek ısırıklarıyla uğraşmaktadır. Başkasının gözündeki çöpe yoğunlaşırken, zihnine ve ferasetine saplanmış merteklerden bigânedir. Pire için yorgan yakmaktadır. Başkalarındaki pireyi fil gösterirken, boynundaki ve koynundaki akreplerden, çıyanlardan bihaberdir. Habbeyi kubbe yapmaktadır. Geçmişi kurcalamakla mideleri bulandırmakta, iştahları kaçırmaktadır. Mezarlara da girerek mevtaları rahatsız etmektedir; bir çeşit kefen soygunculuğu yapmaktadır. Yazık, binlerce defa yazık...  

3- Mustafa İslâmoğlu, bahaneler peşindedir. Bir yerlerden talimat almışa benziyor. Enaniyet ve hodfuruşluğun iğvasına kapılmış gibidir; hatta böyle giderse bu kara deliklerin gayyasına sukut edebilir.  Evet, bahane aramaktadır diyorum; bir zaman “Üstadım” dediği; 30 yıldır eserlerini okuduğu ve kitaplarında yüzlerce yerde “Bediüzzaman” lakabıyla zikrettiği Said-i Nursî’yi, şimdilerde “Allah’ın Bedi’ ismini kendisine takmakla rol hırsızlığına soyunmuştur” kabilinden itham etmektedir. Üstad’ı değil, kendini çürütmektedir. “İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti” adlı kitabında onlarca yerde “Bediüzzaman” ismini kullanmıştır. Madem “Bedi’” isminin bir insana verilmesine bu kadar karşı idin, neden “Said-i Nursî”yle iktifa etmedin? Yoksa bu keşiften mahrum mu idiniz? İşte buna, “Kurdun kuzuya bahanesi” ya da “Gözünün üstünde niye kaşın var?” denilir.  

4- Mustafa İslâmoğlu, kendisine yapılan bütün uyarılara rağmen inat ve ısrarından vazgeçmiyor. Bu bir misyona benziyor. Ama ilahî değil, beşerî bir misyon. Yüklemiş değil, yükletilmiş gibi. Muharrik-i bizzat değil, müteharrik-i bilvasıta gibi. Hücum emrini veren mihrak, karanlık gibidir. Her ne kadar “insan şaşar” diye bir deyim varsa da benim bildiğim İslamoğlu, bu kadar üstünkörü ve tahriklere kapılacak birisi değildi. Kolay kolay şaşırmazdı; hikmet, denge, adalet, itidal ve insafı ilke edinmişti. Umarım aslına rücu eder; yaptığı yanlışlıklarda ısrar etmez; sarf ettiği “Nurcular, kıymığı gösterip ormanı saklıyorlar” demagojik ifadesini bir daha gözden geçirir. 

Ve umarım ki, “En sonunda iş, Risaleleri Kur’an ile eşdeğer vahiy ilan etmeye gelip dayanıyor. hezeyanını sahici bulmaz; attığı bu iftira çamurundan dolayı nedamet eder, Allah’tan affını diler. Yine umarım ki, Üstad’a mal ettiği “Kur’an ve Risale-i Nur, arşı azamdan, ismi azamdan ve her ismin azamlık mertebesinden nüzul (etmiştir)” iftirasını,Söz konusu iddia, Risalelerin geneline yayılmış halde(dir)” beter iftirasıyla sahiplendiğinden, kamuoyu önünde kendini tekzip edip tövbe-i nasuha rücu eder. Evet, imanın temeli sıdk, nifakın temeli ise kizbdir. Kizb, nifakın en birinci alâmetidir. 

Her şeye rağmen, Mustafa İslamoğlu ucuzca sarf edilecek bir meta değildir. Ama bu inadı korkutuyor beni... 

5- Mustafa İslâmoğlu’nun bu açıktan ve cepheden saldırıları, Hükümetle Fethullah Gülen’in restleşmesi ve derken düşman kesilmelerinden sonraya denk düşmektedir. İslamoğlu’nun Gülencilere olan düşmanlığını biliyoruz; ancak onlara atfettiği suçu bütün Nurculara, hatta Üstad’a mal etmeye çalışması, insaf ölçüleriyle bağdaşmadığı gibi, tipik bir inat ve art niyetliliğin göstergesidir. Hâlbuki bu güne kadar ne ondan Nurlara, Nurculara ve Üstad’a karşı ciddi bir tepki ve eleştiri görülmüş, ne de Nurculardan ona bu anlamda bir tepki görülüp duyulmuştur. Demek, Fethullah Gülen’in yıllarca ağlayıp sızlaması nasıl dünyevî emellere müncer olmuşsa, onun da edebî ve hasbî yazıları, sohbetleri istikamet değiştirmiştir. Hâlbuki güzel sözler, güzel edep şeklinde tezahür etmezse, sadece edebiyattan ibaret kalır. Şu anda edeple değil, edebiyatla karşı karşıyayız. Fethullah Gülen de güzel edebiyat yapardı; demek ki edebiyat yetmiyor, önemli olan akıbettir... 

6- Mustafa İslamoğlu, kendi fikrî ve hizbî muhabbetini başkalarının adavet ve tahribi üzerine bina etmektedir. Kendi meziyetlerini, faziletlerini izhar edeceği yerde, başkalarının nakise ve yanlışlıklarını deşiyor. Yorucu ve zaman alıcı müspet işler yerine, kolay ve kestirmeden sonuç veren menfiliklere başvuruyor. Tıpkı bir kibrit çöpüyle asırlık bir ormanı yakmak gibi... Bu metod, İslâmî değil, insanlığa sığmaz ve çözüm getirmez. Merhum Ercüment Özkan yıllarca kafayı “ebcet”, “cifir”, “keramet”, “rüya”, “füyuzat”, “sünuhat”, “ilhamat”, “tasavvuf” ve “tarikat”la bozdu; kendisi gibi düşünmeyenleri “müşriklik”le damgaladı durdu. Sonuç, hiç bir şey elde edemeden dar-ı cezaya, mahkeme-i kübraya ve huzur-u Mevlâ’ya gitti. Bu gün onun vazifesini tevarüs edenler de aynı akıbete duçar olacaklardır. Ama bu kavramlar yine yaşayacak, yine konuşulacak, yine eleştirilip savunulacaktır. Demek ki usul ve uygulamada bir problem var; o da “Ata et, arslana ot vermek”tir. Yersiz, uygunsuz, usulsüz, adapsız ve edepsizce yaklaşımlar... 

Malum, bir zamanlar Ayşe Böhürler Hanım da bu kabil bir iddiayı gündeme taşımıştı; 08.02.2014 tarihli Yeni Şafak’taki köşesinde, güya bir şahsın ağzından “Kur’an okumak sünnettir, fıkıh okumak farzdır, bu nedenle Risale okumak daha sevaptır" iddiasını dillendirmişti. Tamamen kafa karıştırmaya matuf bir iddia... Neyse ki, kendisine yapılan haklı uyarıları dikkate almış; işi enaniyet ve hodfuruşluğa dökmemişti. Yanlışını tashih edip özür dilemişti. İşte İslamoğlu’ndan da beklentimiz bu yöndedir. İpleri koparmak, köprüleri yıkmak kolaydır; ama inşası gayet zordur. “Gönül kâbesi”ni yıkmak yerine, putlardan kurtarmayı yeğlemeliyiz. Yani kavl-i leyyin ve rüşd tarikiyle irşad ve ikaz etmeliyiz. Kafalara baltaları indirerek ya da baltayı taşa vurarak müspet bir sonuç alamayız. İslamoğlu’nun metodu şu anda bu istikamettedir. Milyonların karşısına geçip ölçüsüzce tenkit ve teşhircilik metodu uygulamak...   

7- Mustafa İslamoğlu, bir zamanların mütevazi ve müttaki tavrını terk etmişe benziyor. Sert, buyurgan, istihzakâr, kendini beğenmiş, yüksekten konuşan, her şeyi bilir havasında, yer yer ayet ve hadisleri hevasına uydurup dilediğince eğip böken havalara girmiş gibidir. Mahmut Ustaosmanğlu’ndan, Cübbeli’den, Said-i Nursî’den, Mevlâna’dan, Şems-i Tebrizî’den, Hallac-ı Mansur’dan, İmam Gazalî’den bahsederken, tavırları, kaş-göz hareketleri korkunçtu; bir anlık Hümeze Suresi’nin “Veyl onlara ki insanları çekiştirip kaş göz işaretleriyle alay ederler” ayetini hatırlattı. Dehşete kapıldım. “Ne oldu sana Mustafa Abi?” diyesim geldi. Şöhret, tevecc-ü nas, makam ve mekânlar, menfaat ve imkânlar insanları ne hallere getiriyormuş meğer. Ücretini Allah’tan ve ahirette değil de insanlardan ve dünyada talep edenlerin akıbeti ne fenaymış meğer! “Şöhret aynı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. O musibete duçar olursan, ‘Biz Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz’ de, merci-i hakikiye dön!” diyen zat ne doğru demiştir. 

Söz şöhretten açılmışken, meşhur bir hikâyeyi nakledeyim: Şöhret meftunlarından biri meşhur olmak istemiş. Ancak bunu meşru yollardan yakalayamayınca, gayr-ı meşru bir yol izlemiş; gitmiş, mescide bevletmiş. Görenler ise, ‘Tuh, Allah lanet etsin; tuvalet yok mudur? Hiç Allah’ın evine bevl edilir mi?’ demiş, oradan tard etmişler. Sonraki zamanlarda ise ‘Falan lanetlik var ya’ diye hep lanetle anılmış. Ama bizimkinin kafası şöhretle sarhoş; bu lanetlerden bile hoşnut olmuş. Evet; biriler Allah’ın evini telvis etmekte, biriler gıybet ve iftiralarla Ayine-i Samed olan batın-ı kalbini telvis etmekte, biriler de din adına bütün İslam Coğrafyasını telvis etmektedirler. 

Düşünüyorum da; bu gün Müslümanları ağzına dolayıp da kusur ve yanlışlıkları üzerinden kendilerine fikrî iktidarlar kuranlar, yarın IŞİD gibi maddî ve fizikî güce ulaşsalar, acaba ne tür vahşetlere imza atarlar? Öyle ya, başkalarını Bahailik, Kadıyanilik ve Yezidilikle damgalayan bu sekterci ve inhisarcı zihniyetler, istikbalde muktedir olsalar, tekfir ettiklerini hiç affederler mi? Ne de olsa, Emevicilik ve Abasicilik zihniyeti, halen asaplarda ve kafalarda kan gibi dolaşıp durmaktadır. Zemin ve şartlarını bulduğunda neden uygulanmasınlar ki! Tıpkı Cebriye, Mutezile, Kaderiye gibi itikadî ideolojilerin, asırlara rağmen kimi kişi ve çevrelerde tenasühvarî dolaşmaları gibi... 

Her ne ise, gelelim Mustafa İslamoğlu’nun kendi kendini nakzeden ve adeta yüzüne birer şamar gibi indirttiği okkalık sözlerine. Önceki yazımda belirttiğim gibi, onu okumuş birisi olarak, yeri ve zamanı geldiğinde yine kendi sözleriyle karşılayacağım. “Kendi düşen ağlamaz” misali, umarım kendi sözlerinden alınmaz; “Hayır, bunları ben söylemiş olamam!” deyip, geçmişine adavet etmez. Dedim ya, Mustafa İslamoğlu harcanacak bir tip değildir; eğer nedamet edip mazisine avdet ederse, bütün ümmetin istifade edeceği bir şahsiyettir. O günleri dört gözle bekliyorum. 

Evet; “mukabele-i bilmisil kaide-i zalimanesi”yle muamele etmemek için, yanlışlıklarından ve isabetsiz tespitlerinden sarf-ı nazara ederek, İslamoğlu’nun kitaplarından (Makalat ve Tavsiyeler) bazı seçkiler sunacağım. Öyle ya, önceki yazımda belirtmiştim; Mustafa İslamğlu’ndan “Tavsiyeler”i okusun diye... Seçtiğim paragraflar, tamamen İslâmî ve evrensel kaideleri ihtiva etmektedir. Özellikle de mevzumuzla alakalı oldukları için, daha bir önemi haizdirler. Hem ona, hem bizlere yeni ve taze bir ders olması temennisiyle takdim ediyorum: 

Ümmetiniz bir tek ümmettir.” Bu bir tek ümmeti parçalayan tüm tavır ve davranışlardan uzak durunuz. Tefrika çıkarmak şirkin sosyal çeşididir. Tevhidin toplumsal boyutta tezahürüne vahdet denir. Vahdeti, yalnızca muvahhid olma vasfını kazanmış Müslümanlar oluşturabilir.”(Tavsiyeler, s. 26, 56. Tavsiye) 

Gıybet ve dedikodu yapmayınız. Bu toplumsal bir hastalıktır. Bu hastalığa daha çok tatminsiz ve zevzek insanlar müptela olur. Ömrü, başkalarının dedikodusuyla tüketmek, aynı zamanda bir kaçış yöntemidir; kişinin kendi kendisinden kaçışı...” (Tavsiyeler, s. 38, 98. Tavsiye) 

“Kendisini kendi gündemine almak istemeyen kişi, başkalarını gündeminden hiç düşürmek istemez. Bu zavallılıktır. Mü’minler, elinizden ve dilinizden emin olsun. Silahla beceremediğiniz katliamı, dilinizle gerçekleştirmekten kaçınınız. Biliniz ki, “Mü’minin mü’mine kanı, malı, ırzı ve suizannı haramdır.” (Tavsiyeler, s. 38-39, 99. Tavsiye) 

“Kimi yerde hüsnüzan müminlere vacip olur. İfk olayında suizana düşen bazı sahabiler, Nur Suresinde “... kendilerinden iyi zanda bulunsalardı ya!...” ayetiyle, hüsnüzan etmedikleri için azarlanacaklardır.

Hüsnüzan imandandır” buyuran Resulüllah (sav) yine bir hadislerinde: “Allah Teala, Müslümanın Müslümana kanını, ırzını ve kendisine suizan edilmesini haram kılmıştır.” buyuruyor. (Makalat, s. 42) 

Gıybetin bir kul hakkı olduğunu unutmayınız. Oturup kalkıp ağızlarında mü’minlerin etini dişleyenler, insan yiyen yamyamlardan daha az suçlu değildirler. Gıybet ve dedikodu bağımlısı bazı insanlar, bunu bir ruhî istimna, bir tatmin yöntemi olarak yaparlar. Bu tür insanlarla birlikte olduğunuzda, size Müslüman eti yedirmesine izin vermeyiniz.” (Tavsiyeler, s. 39, 100. Tavsiye) 

“Dostlarınızın hatalarını münasip bir uslupla yüzüne, iyiliklerini ve güzel taraflarını da arkasına söylemeye gayret ediniz. Tersini yapan dostuna kötülük yapmış olur. Ne ki teşvik ve takdir için olacaksa Allah’tan nefsini şımartmaması niyazıyla iyilikleri yüzüne karşı söylenebilir.” (Tavsiyeler, s. 46, 120. Tavsiye) 

Topluma mâlolmuş mü’minleri eleştirirken adil ve mutedil olunuz. Onların iyi yanlarının da olduğunu akıldan çıkarmayınız. Eleştirinizi şahıslara değil, hatalara teksif ediniz. Ancak eleştirdiğiniz kişiden başkalarının zarar göreceğinden eminseniz, onun adını açıklamanızda bir beis yoktur. Çünkü mü’mini maddi ve manevi bir zarara uğramaktan korumak da sizin kardeşlik görevleriniz arasındadır.” (Tavsiyeler, s. 46, 121. Tavsiye) 

Adil olunuz. Adalet hükmün ve yönetmenin ruhudur. Gerek nefsin, gerek dostun, gerek düşmanın hakkında hüküm verirken şiarınız “adalet” olsun. Adil olma vasfını yitiren emniyet ve güvenirliğini yitirmiştir. Bunları yitiren ise ismen “mü’min”dir. (Tavsiyeler, s. 52, 138. Tavsiye) 

İnsaflı olunuz, zira “insaf dinin yarısıdır.” Unutmayınız ki, insaflı olmayana insaflı olunmaz, merhamet etmeyene de merhamet olunmaz. İnsafı elden bırakanlar, mazlumken zalim konumuna düşebilirler. Nebi’nin tavsiyesi gereği ‘Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak’ istiyorsak, Rahman ve Rahim sıfatları bizde de tecelli etmeli.” (Tavsiyeler, s. 59, 157. Tavsiye)   

Kötülüğü yaşayarak öğrenmeye kalkmayınız. Bu, ölümü denemeye benzer. “Bir kez ölümü deneyeyim, eğer hoşuma gitmezse bir daha ölmem” diyemezsiniz. Günah denenmez. Herkes için kötü olan, sizin için de kötüdür. Kötünün ve iyinin belirlenmesinde Allah’a itimadınız tam olsun. Zaten iman da bu değil midir?” (Tavsiyeler, s. 56, 149. Tavsiye) 

Mütecessis olmayınız. Israrla Mü’minlerin kusurlarını araştırmak, onları küçük düşürmek için ayıplarını ortaya dökmek, Allah’ın yasakladığı bir davranıştır. Mü’min, kardeşinin kusurlarını ortaya döküp onu rezil eden değil, o kusurları düzeltip onu aziz edendir. Unutmayınız ki, Allah’ın güzel isimlerinden biri de “Settar: Ayıpları örtüp, kapatan”dır. Başkalarının açığını yakalamaktan zevk alan tipler marazî tiplerdir. Bu tipler kendi kusurlarını örtmek için başkalarının ‘daha kusurlu’ olduğunu isbat etmeye bayılırlar. Öyle olmayınız ve öyle olanlarla dostluk kurmayınız. İyi biliniz ki, başkalarının kusurları ve yanlışları, sizin meziyet ve doğrularınız olamaz.” (Tavsiyeler, s. 49, 132. Tavsiye) 

“Müslümanlar birbirini suçlamaya değil, birbirini anlamaya gayret gösterselerdi ilahî rahmeti bugünkünden daha çok hak etmiş olurlardı elbet. Ne ki, kişi bilmediğinin düşmanıdır. Müminse dostunu bildiği kadar, düşmanını da bilen değil midir?” (Makalat, 63) 

“Dünyanın bilmem neresinde Müslüman olduğu söylenen biri için sevinçten başı tavana değen mümin, yanında, yöresinde bulunan onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce kadîm Müslümanı götürüp ‘Gayya kuyusu’na atıyorsa, bu davranışın sıhhati üzerinde düşünülmelidir.” (Makalat, s. 43, 1992)

Hasılı: Biz meyveyi kabuğuyla sevdik, amma özü kabuğa feda etmedik; etmeyeceğiz. Kabuğa takılıp özü görmezlikten gelenlere feraset diliyoruz. “Biribinizle çekişmeyiniz, zıtlaşmayınız; aksi takdirde gücünüz yok olur!” (Enfal, 46) ilahi uyarısını nazar-ı dikkatimize almak temennisiyle...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.