MÜSLÜMANLIĞIN SINIRI OLARAK İSLAMCILIK
Etyen Mahçupyan
26 Ağustos 2012 Pazar 08:04
Sürdürülen İslamcılık tartışmasına birtakım aydınların fikir yarıştırması olarak bakmak epeyce yanıltıcı olacaktır.
Her şeyden önce Müslümanlıkla İslamcılığın öyle kolayca birbirinden ayırt edilememesi nedeniyle. Çünkü her Müslüman bir miktar İslamcıdır, ancak bu kavramı bir melezleşme veya sentez olarak üretir. Öğrendiklerini, gelenekten miras aldıklarını kendi din algısı, tefekkür alışkanlığı ve dindarlık pratiği ile harmanlayarak kendine özel bir 'İslamcılık' konumu yaratır. Böylece beğendiği ve başkalarına da önerebileceği bir dine sahip olduğu kanısını pekiştirir ve nitekim kişisel düzlemde tebliğin meşruiyeti de böyle sağlanır. Öte yandan her tebliğ bir tür İslamcılığı ima eder, çünkü kişinin kendi çevresini ve bu arada başkalarının hayatlarını İslam'a uygun şekilde düzenlemeye davet etmesi anlamını taşır.
Dolayısıyla İslamcılık tartışması her Müslüman'ın kendisiyle yüzleşmesi ve dindarlığını konumlandırmasıyla alakalı... Müslümanların bireyselleşmesi, onların bir ümmetçi hayalle bağlarını koparmalarını ifade etmiyor. Belki de şöyle bir tanımlama yapabiliriz: İslamcılık ve Müslümanlık birbiriyle dini inanç ve pratikler açısından iç içe geçmiş olan, ancak din dışı alanla ilişkiler bağlamında birbirinin sınırını çizen varoluş biçimleri. Dinin kendi konularına doğru yol aldığınızda Müslüman'la İslamcıyı ayırt etmeniz gerçekçi ve mümkün olmayabilir. Buna karşılık kamusal alanın düzenlenmesi ve siyaset konusuna geldiğimizde bu ikisi arasında içsel bir gerilim bulunmakta. Doğal olarak söz konusu gerilimi her Müslüman yaşamayacaktır. Ama bu durum, bazı Müslümanların İslamcılığı taşımakta zorlanmaları noktasına gelmelerini de engellemez. Diğer taraftan İslamcılık ile Müslümanlık arasında simetrik bir ilişki de bulunmaz: Müslümanlık İslamcılığı genişletir ve çoğullaştırırken, İslamcılık Müslümanlığı daraltıp tanımlar. O nedenle Müslüman'ın dünyası her genişlediğinde İslamcılık bir tür ayak bağı olarak ortaya çıkacaktır.
Anlaşılacağı üzere mesele İslam'ın iktidara uzanmasıyla yakından ilgili. Çünkü cemaat halinde, 'bir başkası' veya kabul edilmiş bir otorite tarafından yönetildiğinde Müslümanlık ile İslamcılık arasında bir tenakuz olmaması doğaldır. Sonuçta İslamcılık cemaatsel pratikleri ve popüler fikriyatı, ümmeti aktörleştiren hayallerle birleştiren, pekiştirici ama aynı zamanda 'yumuşak' bir ideolojik tutumdur. Yönetenin 'düşmanlaşması' halinde bu hayallerle yaşanan sıkıntılar arasında bağlar oluşur ve İslamcılık bir anda Müslümanların 'kurtuluş' ideolojisi haline gelir. Bu durumda da yine Müslümanlar ile İslamcılık arasında bir gerilimden söz etmeyebiliriz. Velev ki İslamcılık şiddete meyletsin ve bu da bazı Müslümanları rahatsız etsin...
Ancak İslami addedilen veya öyle olması beklenen bir iktidar söz konusu olduğunda, Müslümanlıkla İslamcılık arasında açık bir gerilim oluşur. Bunun bir veçhesi, iktidardan pay alarak zenginleşen Müslümanların İslami olmadığı düşünülen alışkanlıklara yönelmeleri ama hâlâ kendilerini Müslüman saymalarıdır. Ama asıl mesele iktidarda olan Müslüman'ın nasıl yönettiğidir... Çünkü Müslüman'ın yönetimi ister istemez onu İslamcılıkla karşı karşıya getirir ve ne denli İslamcı olacağı konusunda önünde geniş bir muhtemel hareket alanı bulur. Örneğin bugün Başbakan Erdoğan'ın bir dizi davranış ve tavrında kendi bireysel Müslümanlığı ile geldiği konumun ima ettiği İslamcılık arasında sıkışmışlığını sezebiliriz. Bir yanda ahlakı, vicdanı, adaleti, samimiyeti ve tevazuyu neredeyse asgari koşul kılan bir din, öte yanda ise İslami olmayan bir kamusal alanın yönetilmesini üstlenme ve yönetme kapasitesini koruma uğruna sapılabilen pragmatizm, popülizm ve oportünizm yolları... Bu çelişkili durumu salt Müslümanlık üzerinden taşımak zordur. İslamcılık bu noktada yardıma yetişir ve yöneten Müslüman'a bu yaptıklarının daha büyük bir zaviyede 'anlamlı' ve 'zorunlu' olduğunu fısıldar. Müslüman belki adaletten, tevazudan uzaklaşmaktadır, ama bunu daha İslami bir düzen için yapmaktadır. Örneğin kürtajın ve içkinin yasaklanmasını sağlayabilecek, ama belki de bir işkenceci polisi korumak zorunda kalabilecek, onlarca kişinin öldüğü bir devlet eyleminin üstünü kapatmaya çalışacaktır. Bu 'kayma' yöneticinin giderek daha az Müslüman ve daha çok İslamcı olması şeklinde algılanacak ve muhtemelen gerçeklik payı taşıyacaktır.
Ancak mesele burada bitmiyor... Çünkü İslami bir iktidara rağmen iktidarın dışında duran Müslümanlar da var ve onların İslamcılığı artık farklı bir anlam taşıyor. Müslüman değerleri daha fazla vurgularken, İslamcılığı da katılaştırma peşindeler. Kelam'ın bizatihi siyasetin temeli olduğunu ve dolayısıyla da 'doğru' siyaseti 'bilenlerin' Kelam üstatları olduğunu söylüyorlar. Ne var ki ilişki tersine de işliyor... Eğer Kelam siyasetin kendisi ise siyasetçi de bir anda kendisini Kelam üstadı olarak görebiliyor.
Böylece dini veya laik otoriteyle desteklenmiş ve kişiselleşmiş çeşitli Kelam'lar pratikte ortalığa dökülebiliyor. Bu da Müslümanların artık seküler alanda bulunduklarını onlara hatırlatıyor...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.