MÜSLÜMANLARIN YÜZYILI
Hilal Kaplan
16 Ağustos 2013 Cuma 08:36
Mısır'da, darbe karşıtı gösterilerin sürdüğü iki ana meydanda toplu katliamlar yapıldı. Darbe olduğundan beri üçüncü kez gerçekleşen bu katliam, diğerlerinden farklı olarak daha çok ses getirdi.
Körfez monarşilerinin ve ABD'nin parasal, nerdeyse tüm Batı dünyasının siyasî desteği arkalarında olmasına rağmen darbeciler öylesine çaresiz ve darbe karşıtları öylesine güçlüydü ki…
AB, aynı gün içinde ağız değiştirmeye başladı.
Amerikan basınında Obama yönetiminin açıkça bu katliamın işbirlikçisi olduğu yazıldı.
ABD, olağanüstü hal ilan edilmesine karşı olduğunu duyurdu. Mısır ordusuyla olan tatbikatı iptal etti.
İngiliz basınında Adeviyye ve Nahda Meydanları, Tiananmen Meydanı'na benzetildi.
Mısır basınında istifalar oldu.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Baradey istifa etti.
İngiliz milletvekili Douglas Carswell, 'İlkelerimiz nereye kayboldu?' diye sordu. 'Aung San Suu Kyi'yi askeri yönetim düşürdüğünde desteklemiştik. Burmalı seçmene güveniyoruz da, Mısırlı seçmene neden güvenmiyoruz?' diye ekledi.
Bunlar psikolojik üstünlüğün el değiştirmeye başladığının emarelerinden sadece birkaçı…
Mısırlı darbe karşıtlarına bu gücü veren, Batı'nın şimdiye dek 'söylemsel mühimmat' olarak kullandığı ne varsa onlarla kuşanıp meydana çıkmalarıydı. Muarızının canını, onun kendi silahından daha çok acıtacak ne olabilirdi? Demokrasi, sivil ve barışçıl eylem, siyasî meşruiyet…
Müslüman ülkelerin siyasî alanda görünmez kılınmasının en büyük sebebi, bu ülkelerde demokratik yönetimlerin olmayışı, dolayısıyla halkın iradesinin yönetimlere yansımamasıydı. Kemalist yönetimlerden Baas düzenine ve Körfez monarşilerine kadar hakim tablo buydu. Arap Baharı ile birlikte, geri döndürülmesi imkânsız bir süreç başladı. Ok, yaydan çıktı.
Sonuç ise global sistemle şimdilik doğrudan kavga etmeyen, kalkınma ve demokratikleşme odaklı ama açıktan ve utangaç olmayan bir biçimde İslâm kimliğine bağlı sistemlerdi. Hoşa gitmeyen ve gelecekte gelip kendisine döneceği belli olan bu ihtimal, düğmeye basılmasını sağladı.
Suriye'den itibaren dondurucuya konulan değişim imkânı, tersine çevrilmeye çalışıldı. Haziran'da Türkiye'de tırmandırılan olaylarla beraber Arap Baharı'nın en büyük ilham kaynağı Erdoğan aniden diktatör oluverdi.
Şimdiye kadar Arap Baharı'nın medya ve ekonomideki en büyük sponsoru olan Katar Emiri Hamad b. Halife âl-Thani'nin örtük bir darbeyle koltuğunu oğluna devretmek zorunda kalmasıyla eş zamanlı olarak Mısır'da darbe gerçekleştirildi. Ama darbeye darbe denmekten ısrarla uzak duruldu; dolayısıyla katliama da katliam denmedi.
Cemil Meriç, 'kavga, insanla kader arasında değil artık, insanla kelime arasında' derken kelimelerimizle kaderimiz arasında ne kadar belirleyici bir irtibat olduğunu da vurguluyordu aslında. Bu rabıta üzerinden, Türkiye'nin 80 yıllık enkazdan bugüne hangi politika ve söylemlerle geldiğini unutmadan yol almaya devam edilmeli. Elbette siyasetin ne olduğunun, ABD'nin Irak işgalini 'Şimdi Bağdat'ta olmak vardı' coşkusuyla ayakta alkışlayarak karşılayanlardan öğrenilmeyeceğini de akıldan çıkarmamalı.
Sisi'nin, Körfez diktatörlerinin ve Esed'in bu dünyada da zelil oluşuna şahitlik edeceğiz, şüphem yok.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.