MÜSAİTSENİZ BU AKŞAM YATAK ODANIZA GELECEĞİZ…
Ahmet Altan-
22 Şubat 2016 Pazartesi 10:01
Murat Belge geçen gün Taraf Gazetesi’nde, yaşadığımız bu dönemin Abdülhamit dönemine benzediğini, bu nedenle “neo-Hamidizm” olarak adlandırılabileceğini yazdı.
Belge, Abdülhamit dönemiyle bugün arasındaki benzerliği, “bürokrasiyi” doğrudan tek adama bağlayarak bürokrasi içindeki hiyerarşiyi yok eden bir “mutlakiyetçilik” üzerinden anlatıyordu.
Bence de doğru bir saptama bu.
Abdülhamit vesveseli bir adamdı, kendisine karşı bir darbe hazırlanacağından korkar, her şeyden haberdar olmak isterdi.
Büyük bir “jurnal” ağı kurmuştu, eğer bir başkasını jurnallemezseniz, bu sizin de “jurnallenmenize” dolayısıyla şüpheli birine dönmenize yol açardı.
Jurnal yazanlar mükafatlandırılır, yazmayanlar cezalandırılırdı.
Abdülhamit’in “jurnallere” bu kadar meraklı olmasının tek nedeni “vesvese” değildi, bu zeki, zeki olduğu kadar da hastalıklı padişah dedikoduya da çok meraklıydı.
Herkesin özel hayatıyla da ilgilenir, her ayrıntıyı öğrenmek ister, bundan zevk alırdı.
Elde ettiği bilgi ona sadece güç vermez, herkesin özel hayatının ayrıntılarını bilmek sanırım ona aynı zamanda büyük de bir “üstünlük” duygusu sağlardı.
Devrilmesinde bu özellikleri de önemli rol oynadı.
Bu “bilgi” kalabalığında “ciddi” haberleri öğrenmekte geç kalırken, “gerçekleri” kavramakta da zorlanarak panikledi.
O panikle devrildi.
Ama onun döneminden bugüne bizim ülkede “istihbaratla” dedikodu hep birbirine karıştı.
Yöneticilerde herkesin özel hayatını bilme hastalığı yerleşik bir yönetme alışkanlığına dönüştü.
Önceki gün, Mirgün Cabbas’ın CNN’deki programında CHP Eskişehir Milletvekili Cemal Okan’ın “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu” hakkındaki konuşmasını dinledim.
Dehşet verici şeyler anlattı.
İşin matrak tarafı, bu kanun Avrupa Birliği’nin “kriterleri” doğrultusunda insanların özel hayatlarının korunması için çıkarılıyor.
Ama içine öyle maddeler koymuşlar ki Abdülhamit hayran kalırdı.
Daha sonra internete girip bu konuda biraz araştırma yapınca CHP Trabzon milletvekili Haluk Pekşen’in konuşmalarına ve az sayıda habere de rastladım.
Bizim ceza kanununa göre “kişilerin özel bilgilerini” onların izni olmadan “işlemek” ve açıklamak suç.
Bu yeni yasa da güya “insanların özel bilgilerini” korumak amacıyla çıkarılıyor.
Ama yedi kişilik bir heyet kuruluyor bu yasaya göre, bu heyetin üçünü cumhurbaşkanı, dördünü bakanlar kurulu atıyor.
Bugünkü koşullarda bu, “yedi tane AKP’li” demek.
Bu “yedi kişi” bazı özel koşullarda ve “yeterli önlemleri” alarak insanların özel bilgilerinin “işlenmesine” karar verebiliyor.
Bugün elbette ülkedeki istihbarat örgütleri kendilerince önemli buldukları insanların hayatları hakkında bütün bilgileri topluyorlar ama yasaya göre bu “yasak” ve cezası var.
Bu yeni yasa, bunun yasak olmasını ortadan kaldırıyor, “kurulun” kararıyla bu özel verileri toplayıp ”işlemek” yasalaşıyor.
Peki, “kişinin özel bilgileri” bu yasaya göre neleri içeriyor, neleri “fişleme” hakkını kazanıyor devlet bu yasayla?
Onu da İHA’nın haberinden aktarayım size:
“Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, biyometrik verisi veya haklarında verilen ceza mahkumiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri, özel nitelikli kişisel veri” olarak kabul ediliyor.
Bu yasa sayesinde, “ırkınız, siyasi düşünceniz, felsefi inancınız, dininiz, mezhebiniz, kılık kıyafetiniz, sağlığınız” ve dikkat buyurunuz, “cinsel hayatınız” fişlenecek.
Ankara’daki korkunç saldırıyı gerçekleştiren adamın “çalıntı” bir arabayla iki bin dokuz yüz kilometre hiç fark edilmeden, durdurulmadan, aranmadan dolaşabildiği bir ülkede, “jurnalciler” sizin kılık kıyafetinizi, sağlığınızı ve nasıl seviştiğinizi izleyecekler.
Yatak odalarınızda bir “devlet görevlisinin” perdenin arkasından sizi izlemesi, eğer onu fark ederseniz, “devam edin, devam edin, rahatsız olmayın, ben kişisel veri toplama kurulu için çekiyorum” demesi doğal bir hâle gelecek.
Bu tür işleri her istihbarat servisi yapar, hatta meşhur hikâyedir, CIA bir Arap prensinin Avrupalı bir fahişeyle sevişmesini çekip, şantaj yapmak için filmleri adama göstermiş, prens filmleri seyrettikten sonra, “bundan bana on kopya daha çıkartabilir misiniz” demiş.
Öyle işler yapılır da bunun “yasal” bir hâle gelmesi sanırım bizim gibi ülkelere mahsus.
Normal bir ülkede yaşasak medyanın böyle bir rezaletin üstüne bağıra çağıra gitmesi, toplumu uyarması, büyük bir olay yaratması gerekirdi.
Ama bir iki CHP milletvekilinin haykırması, bir iki yazı, tv programı ve haber dışında pek bir gürültü yaşanmadı.
Medya da “neo-Hamidizm” döneminin medyası çünkü, bu tür rezaletleri hayatın doğal bir parçası olarak görüyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.