23 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara16°C
  • İzmir13°C
  • Berlin3°C

MUHAFAZAKÂR DEMOKRATLAR (2)

Nabi Yağcı

30 Ocak 2011 Pazar 13:32

Bir süredir bir şeyi fark etmeye başladım; birine milliyetçi, öbürüne liberal, diğerine solcu, bir başkasına İslamcı türünden ideolojik/siyasi etiketler yapıştırdığımızda onları tanımış olduğumuzu sanıyoruz. Ya da bu etiketleri kendimize yapıştırarak başkalarına kendimizi tanıtmış olduğumuzu zannediyoruz.

Tanıma ve tanıtmada hepimizin yaptığı bu etiketleme ne kadar işe yarıyor, doğrusu artık çok kuşkuluyum.

Bu tür siyasi, ideolojik kavramların değişmez muhtevaları varmış gibi... Olabilir mi böyle bir şey? Örneğin Aydınlanma döneminde “milliyetçiliğin” yüklendiği anlamla bugünün AB’si içinde milliyetçiliğin anlamı aynı mıdır? Güzel, çirkin ölçütleri bile göreceli ve zamansaldır.

Ne dünya dünün dünyası ne de Türkiye. Çok gerilere gitmeyelim ama en azından Soğuk Savaş dünyası ile bugün farklıdır. O dönemin etiketlenmiş kutularının içinde olanlar değişime uğradı. Yeni kavramlaştırma çabalarına ihtiyaç var. Fakat yukarıda örneklediğim türden kavramların günümüzde artık reel karşılıklarının olmadığını söylüyor da değilim. Ancak bu kavramları kullanırken günümüz realitesinin dünkü realite olmayabileceğini, farklılaşmış olabileceğini akılda tutmak gerek.

“Muhafazakâr” kavramı ve bu kavramın işaret ettiği ideolojik muhteva ise Türkiye için hayli yenidir. Siyasi literatürümüze canlı tartışma olarak AK Parti ile birlikte girdi. Bu partinin mihveri etrafında siyah-beyaz bir kutuplaşmalar doğdu; değişimin bir yere kadar olağan sonucuydu bu, fakat özellikle spekülatif siyasetlerle, korkular yaratılarak tahrik edildi ve tehlikeli bir boyut kazandı. 12 Eylül halkoylamasında had safhaya varan bu kutuplaşmaya “olağan” diye bakmamak gerek.

Halkoylamasındaki o tabloya ileride yeniden döneceğim, fakat bu tablonun neden “kabul edilebilir” olmadığını görebilmenin, yukarıda işaret ettiğim kavramların bugünkü toplum yapımızda gerçek karşılıklarını aramaya, birbirimizi yeniden veya belki de ilk kez somut olarak tanımaya çok bağlı olduğunu düşünüyorum.

Birbirimizi, toplumu, halkımızı yeni baştan tanıma çabasına girmeden yeni bir anayasa hiç kolay olmaz. Birbirlerine derin bir kuşku ve hatta uçuruma bakar gibi korkuyla bakan insanlar saydam bir toplum ve umutlu bir geleceğin sözleşmesini nasıl yapabilirler?

Zannımca bu pek mümkün değil.

Bu nedenle kendisine muhafazakâr demokrat diyen çevrelerle ilgili kuramsal konulara dalmadan önce gözleme dayalı bulgularımı okurlarımla paylaşmak istedim.

Bu çevrelerle ilgili doğrudan gözlem yapma imkânını bana kazandıran Referans gazetesinde yazma fırsatından sonra ikinci bir fırsat AK Parti’nin “Siyaset Akademisi” nedeniyle doğdu. İki sene önce, farklı illerde bu akademide ders verme teklifi geldiğinde (onlar ders diyorlar) hiç tereddütsüz evet demiştim. Bir şeyler anlatmaktan daha fazla bu çevreyi tanımak istiyordum. Özellikle Adana’da, AK Parti Siyaset Akademisi’nde yaptığım konuşma ve sonrası benim için hayli zengin ipuçları elde etmemi sağladı.

Konferans salonunu dolduran kalabalığa dikkatlice bakmak bile çeşitliliği fark etmeye yeterdi. Sorular bölümünde bu genişlik kendini çok daha açık belli etmişti. İş çevrelerinden öğrencilere, gençlerden, yaşlılara, başı açık kadınlardan başörtülü olanlara, entelektüellere uzanan bir yelpaze vardı. Tarihin ezberlerinden, Kürt meselesine kadar çok şey konuştuk. Son derece canlı, ilgili kendi içinde de farklı görüşleri olan bir topluluktu karşımda duran. Zaman bitmiş ama karşılıklı olarak konuşma ihtiyacımız bitmemişti.

Aldığım izlenimleri kafamda bir cümleyle özetlemiştim:

“ Samimi arayış.”

Nitekim, Adana konferansında karşılaştığım, AK Parti Siyaset Akademisi yöneticilerinden genç bir akademisyen ikili sohbetimizde şunu demişti bana: “Yeni bir ideoloji arayışı içindeyiz. Marksizm’den de alıyoruz ama Marksist değiliz; liberalizmden de alıyoruz ama liberal değiliz; İslâm’dan da alıyoruz ama dinci değiliz; Batılı muhafazakâr öğretilerden yararlanıyoruz ama Batıcı değiliz. Genel çerçevemiz çağdaş muhafazakârlıktır.” Benden önce onun konferansı vardı ve son bölümlerini dinleyebilmiştim, bana bu tanımı yapmadan önce konferans konuşmasında bu vurguları fark etmiştim, ilgimi çekmişti.

Bu denli farklı ögelerin reel siyaset düzleminde nasıl eklemlenebileceği üstüne sorduğum bir soruya “Mesele dozda” diye yanıt vermişti.

AK Parti iktidarının izlediği gitgelli siyaseti anlamada bu yanıt herşeyi açıklayan olmasa da kanımca bir ipucu veriyor.

Hem siyasetin konjonktürel dalgalanmalarında, hem de farklı toplumsal kesimlerden, her yöreden oy alan böylesine geniş bir kitle partisinde tabandan tepeye ve her kademede “dozu tutturmak” neredeyse imkânsız bir olay.

Belki de mesele dozda değil.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.