MORALİMİZ NİYE BOZUK? MOTİVASYONUMUZ NİYE DÜŞÜK?
Fatma Barbarosoğlu
09 Ağustos 2010 Pazartesi 13:41
Hıdır Amangeldi "Gören Kim Görünen Kim" adlı o güzel romanında Türkmenistan'daki Müslümanlar ile gayri Müslimlerin evini, avlusunu mukayese eder. Müslümanların durumu içler acısıdır. Darmadağınık bir avlu. Rastgele konulmuş/atılmış eşyalar.
Mesele zenginlik ve fakirlik meselesi değildir. Görgü meselesi. Estetik meselesi diyeceğiz de.
Niye Müslümanlar daha dağınık oluyor?
Almanya'nın Essen kentinde dolaşırken, Köln Kerpen'in köylerinde dolaşırken sokaklarının temizliği kadar evlerinin pencerelerine gösterilen azami dikkat ilgimizi çekti. Çok şık tasarımlar vardı pencerelerde. Minik bir vazo, tül perdenin estetik kıvrımı ve her evin sahibinin estetik duyarlılığını yansıtacak kadar farklı olan pencereleri.
Bu konu öteden beri dikkatimi çeker. Sennet'in "Zenaatkar" isimli kitabında Moskova'nın evlerine dair o satırları okuyunca işte bu dedim. Sennet Kominist rejimin kötü mimarisini motivasyon eksikliği üzerinden açıklıyordu.
"Buradaki acınası zanaatkârlık, somut ilgisizliğin diğer biçimleri için de bir barometreydi. Bizim gördüğümüz konutlar da görece ayrıcalıklı yurttaşlar yani Sovyet bilim sınıfı için yapılmıştı. Bu aileler toplu bir mekânda yaşamaya zorlanmamış, kendilerine tahsis edilen birer apartman katına yerleştirilmişlerdi. Ancak bina yapımındaki ihmalkarlık burada yaşayanların çevreleri hakkındaki ihmalkarlığın da aynası oluyordu: Pencere önlerinde ve balkonlarda hiçbir bitki yoktu; duvarları tebeşirle ya da püskürtme boyayla yazılmış grafitiler ya da müstehcen laflar kaplamıştı, hiç kimse bunları temizlemeyi dert edinmiyordu. Binaların bu berbat hallerini sorduğumda rehberimiz her şeyi açıklayan cevabını vermişti. "İnsanlar", genellikle bunlarla ilgilenmiyor çünkü moralleri bozuk."
(Zanaatkâr s.44)
II-
Sadece mekandan esirgenmiş bir ilgisizlik söz konusu değil, insanlar kendi hayatlarına karşı da son derece kayıtsız. Pelteleşmiş, ufkunu yitirmiş hayatlar var dört bir yanımızda.
Bendenizi en çok gençlerin idealsizliği düşündürüyor. Muazzam ders çalışan çok çalışkan öğrencilerin ufuk çizgisi de karanlık, bir kasabada, sıkışmış kalmışların, tembel öğrencilerin de.
Aşağıda okuyacağınız satırları bir okuyucum gönderdi. Kendisi İlahiyat Fakültesinde doktora yapıyor. Marmara'nın uzak bir şehrinde (Nereye uzak? Elbette İstanbul'a, doktora öğrencisi dedim ya) uzak şehrin uzak bir nahiyesinde kuran öğreticisi olarak göreve başladı. Bana yazdığı mektubun bir kısmını burada yayınlıyorum. Çünkü "oralarda" ne olduğunu çok iyi anlatan bir mektup.
Size buradan, buradaki öğrenci gözlemlerimden bahsetmek istiyorum.
bahsettiğim gibi bir nahiyedeyim. ilk günlerde öğrencilerim daha çoktu. Orta okula giden öğrencilerim yani. Sonra ben, bunun da verdiği şevkle onlara mahreç ve tecvit eğitimi vermeye başladım. Ta en başından okurken, harfleri düzgün çıkarmaya alışsın istedim dilleri, ezberlerini tecvitli bir şekilde zihinlerine yerleştirsinler istedim. Fakat bir hafta sonunda 3 öğrenci hariç öğrencim kalmadı.
Diğer öğrencilerden öğrendiğim kadarıyla zorluyormuşum. Ki hakikaten zorlamamıştım. Bir kısmı kendilerine yakın caminin imamının talebesi olmaya gitmişler, bir kısmı bırakmışlar.
Fatma hanım, bırakmadıkları hafta, bir gün, onlarla konuşmuştum. Gelecek hayalleri ile ilgili. Yok. Gelecek idealleri yok. En yüksek hayal kuranın ideali, öğretmen olmak. İlçede bir sağlık meslek lisesi var. Genelde orada okumak istiyorlar. Dedim "ne olmak istiyorsunuz?" örnek olarak önce sayısal bir şeyler söyledim, "yoook hocam biz sözelciyiz" dediler. "E hukuk var mesela" dedim.
"Yoook, hocam, onun puanı çok yüksek dediler. Hem kocaman kitapları ezberletiyolar."
"E ne var" dedim ben de; "çalışırsınız siz de". "Yook hocam" dediler. "Yook hocam, bize göre değil."
Fatma hanım, bu gençlerin idealleri yok. Geleceklerine dair mümkün olan en kolayı istiyorlar. Düşünemiyorlar bile diğerini.
Ben, 4 yıl İstanbul'da, 1 yıl Bursa da yaz kuran kursunda çalışmıştım. Bir manim olmadığı her yaz okul tatillerinde çalışmışımdır yani. Ve o öğrencilerle bunları kıyaslıyorum da şimdi.
İstanbul'daki öğrencilerimde öncelikle idealizm vardı. sonra, daha çabuk anlıyorlar, daha kolay kavrıyorlardı. Ayrıca bir de, rekabet vardı. Burda rekabet de yok.
Hani eğitim sistemi bu açıdan eleştirilir. Evet, benim de eleştirdiğim yönleri var.Ama İstanbul'daki çocuklarla buradakiler arasındaki bu muazzam fark. Bu beni düşündürüyor.
Biraz mahreçle dilleri üzerinde eğitim yapmalarını isteseniz, 2-3 tecvit kuralı öğretseniz, zora gelip kaçıyorlar. Geleceğe dair ümitleri, hedefleri, idealleri yok, yahut çok daha kısıtlı İstanbul'dakilere göre.
Gözlemlerim şimdilik bu kadar. Bir kaç tane de hikaye biriktirmeye çalışacağım, inşallah anlatırım onları da görüşme imkanımız olunca.
En kalbî muhabbetlerimle...
Selam ile...
Z. S.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.