MISIR MI OLMAK İSTİYORUZ?
Etyen Mahçupyan
22 Ağustos 2017 Salı 11:08
Düşmanları azaltma, dostları artırma siyaseti güttüğümüzü söylüyoruz ama anlaşılan bunun zımni bir önkoşulu var. Muhtemel dostların dostluğu, nasıl davranırsak davranalım bizi ‘makbul’ kabul etmelerini gerektiriyor. Eğer bizi eleştirir ya da önkoşul dayatmaya kalkarlarsa ‘dost’ olmadıklarına hükmediyor ve tüm köprüleri atmaya hazır olduğumuzu haykırıyoruz. Oysa biz kimseyi ‘olduğu gibi’ kabul etmeye hevesli değiliz. Bizim de önkoşullarımız var ve bu gayet normal… Eğer “biz önkoşullarımızı öne süreriz ama siz süremezsiniz”, veya “biz sizi olduğunuz gibi kabul etmiyoruz ama siz bizi kabullenmek durumundasınız “ diyeceksek buradan sadece yalnızlık çıkar.
***
Bugünlerde Almanya ile gelinen nokta sadece o ülkeyi kapsamıyor. Tüm Avrupa’da Türkiye, AK Parti ve Erdoğan’a ilişkin olumsuz bir algı ve analiz var. Türkiye’nin demokratik reformları yapabilecek insan, kurum ve kültür seviyesine hızla erişmesine rağmen, siyasi iradenin sürüklemesiyle bu noktadan uzaklaştığı düşünülüyor.
Türkiye’de demokratik normların zayıfladığını, adil yargılanma olmadığını, medya üzerinde baskı oluştuğunu, liyakat yerine sadakatın öne çıktığını, tüm kamu kurumlarında personel ve uygulama açısından seviye kaybı yaşandığını, keyfiliğin yayılma istidadı gösterdiğini, bu gerçekleri görmekten kaçarak hamaset, suçlama, kışkırtma söylem ve taktiğine başvurduğumuzu görmek için ‘yabancı’ olmaya gerek yok. Bunları biz kendimiz de görüyoruz. Birçoğumuz yüksek sesle söylemese bile apaçık, aleni bir olgu bu…
Avrupa böyle bir ülke ile siyaseten ilişki kurabilir, Mısır’da yaptığı üzere duruma kendi çıkarı gereği razı olabilir. Ama Türkiye Avrupalılar için bir Mısır değil… Çok daha kıymetli ve çok daha yüksek beklentilerle ele alınan bir ülke. Avrupa bize Mısır muamelesi yapmıyorsa bu bir iltifattır. Biz ise garip bir tutumla ille de Sisi’nin Mısır’ıyla eşdeğer olmak istiyoruz.
Diğer taraftan Avrupa ile ilgili pembe gözlük takmak da gerekmiyor. Oryantalizmin, çifte standartlı yaklaşımların, bize yönelik tarihsel kibrin, Türkiye’nin bir bölgesel güç olarak talip olduğu saygınlığın esirgenmesinin, yaşadığımız sorunlara empati direncinin ve Erdoğan’ın bir günah keçisine dönüştürülmesinin farkındayız. Bu tutumun değişmesini bir önkoşul olarak öne sürmek hakkımız. Ama aynı zamanda bu tutumun dönüşmesi için ne yapabileceğimizi de düşünmemiz gerekmez mi?
Oysa biz işin o tarafına hiç eğilmek istemiyoruz. Bunu yaparsak kişiliğimizin yaralanacağını, onurumuzun zedeleneceğini sanıyoruz. Kendimizi düzeltmek yerine başkalarının bizim ‘düzgün’ olduğumuza inanmalarını istiyoruz. İyi de, biz o başkalarının ‘düzgün’ olmadığını nasıl görüp söylüyor ve bundan vazgeçmiyorsak, başkalarının da aynı şeyi bize yapması şaşırtıcı mı?
***
Erdoğan Almanya’daki ‘soydaşlarına’ seslenerek, Türkiye karşıtı partilere oy vermemelerini istedi. Ne var ki bugün ne Almanya ne de Avrupa’nın herhangi bir yerinde Türkiye üzerinden siyaset yapılmıyor. Çünkü bütün siyasi partiler Türkiye konusunda hemfikir. Hepsi de iktidarın ülkeyi demokrasiden bilerek uzaklaştırdığını düşünüyor. Gabriel’in “Erdoğan ölçüyü iyice kaçırdı” lafına “kaç yaşındasın?” diye mukabele edilmesi ise aklın başta değil yaşta olduğunu öneren bir kültüre gönderme yapıyor ki bunun demokrat bir yaklaşımın çok uzağında olduğuna kuşku yok…
Batılılar bize doğru davranmıyor ama maalesef bu bizim doğru davrandığımız anlamına gelmiyor. Aynı şekilde bizim yanlışımız da onları doğru kılmıyor. Biz kendimizi biliyor ama bunu ifade etmekten korkuyoruz. Toplum olarak ergenlik çağını aşmamız, kendimizle ilgili gördüğümüzü açık yüreklilikle söyleme cesaretimizin olup olmamasına bağlı. Çünkü apaçık şekilde yanlış bir yöne doğru gidiyoruz… Üstelik doğru yöne gidebileceğimizi cümle aleme kanıtlamışken.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.