MİLLİYETÇİ BAŞBAKAN VE BDP
Hilal Kaplan
26 Kasım 2012 Pazartesi 08:18
Son birkaç ay içinde Ak Parti'nin yaptıklarına ve kamuoyu önünde yapacağını taahhüt ettiklerine göz atalım:
Kürtçenin, okullarda seçmeli ders olarak okutulmasını sağladı.
Yeni anayasada, vatandaşlık tanımının kesinlikle etnisite merkezli olmayacağını açıkladı.
Milletvekili yemininden "laik cumhuriyet, Atatürk ilke ve inkılapları "ile" büyük Türk milleti" ifadelerinin çıkarılmasını savundu.
Tekke ve zaviyelerin yasaklanmasıdahil devrim kanunlarından geçerliliğini yitirmiş olan dört maddenin kaldırılacağını duyurdu.
Büyükşehir yasası ile yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde önemli bir adım attı.
Başbakan Erdoğan, valilerin halk tarafından seçilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdi.
Anadilde savunma hakkının, yasalarla koruma altına alınmasını sağladı.
Üstelik Ak Parti hükümeti, bunlarıpartinin reformist yanını kaybettiği, devletçileştiği, Ankaralılaştığı iddia edilen bir dönemde yaptı.
Ve Başbakan Erdoğan, bu reformları "milliyetçi", "Türk-İslâm sentecisi", "MHP zihniyetinde" olmakla 'suçlandığı' bir süreçte hayata geçirdi.
Üstelik sadece CHP ve MHP'ye rağmen değil, BDP'ye rağmen de mücadele ederek gerçekleştirdi.
Örneğin Kürtçe seçmeli ders uygulamasının, dünyanın hiçbir yerinde "asimilasyon" tanımına girmesi mümkün değilken, PKK'nın talebiyle bu önemli açılım yaftalanmış oldu.
"T.C. Devleti'nin" okullarında anadilde eğitime geçilmediği bahanesiyle okullara hatta ana okullarına bile saldırıldı.
Hâlbuki Demokratik Toplum Kongresi'nin Silvan saldırısıyla aynı güne denk gelen özerklik ilanında dahi altyapı yetersizliği sebebiyle (öğretmen yetiştirmek, müfredat, vb.) hemen anadilde eğitime geçmenin mümkün olmayacağıbelirtiliyordu.
Dengir Mir Mehmet Fırat'ın ifade ettiği gibi PKK'nın Kürtçe seçmeli derse savaş açıp, halkı bu dersi seçmemesi yönünde tehdit etmediğini, bilakis teşvik ettiğini düşünelim.
O halde toplamda 21.000 öğrenci değil, yüzbinlerce öğrenci bu dersi seçecekti. Bu rakam da devleti hem anadilde eğitim talebinin toplumdaki karşılığına ikna olmaya, hem de daha çok öğretmen yetiştirme ve dolayısıyla daha çok Kürdoloji bölümü açıp öğrenci kontenjanını genişletmeye zorlayacaktı. Ama serde Ak Parti'nin baş düşman olarak benimsetilmesi çabası varken, Kürtlerin haklarının pek de önemi yoktu.
Yine örneğin, Büyükşehir Yasasıolarak bilinen süreçte, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi noktasında Ak Parti'yle hemfikir olan BDP de MHP ve CHP ile beraber bu yasaya karşı çıktı. MHP ve CHP'nin "İdari federasyon geliyor, bölünüyoruz" diye feryat ettiği bir vasatta BDP'ye de düşen muhalefet mi olmalıydı? Türkiye'nin değil de sadece bölgenin menfaatlerini düşünmüş olsalardı bile Van ve Mardin'in büyükşehir kapsamına alınıp güçlenmesine, yerel yönetimlerin özgürleşmesine hizmet eden bu yasaya destek verilmesi gerekirdi. Ama olmadı. Zira Ak Parti, yıkılması gereken bir hedef olarak gösterilmeye devam ediliyordu.
7 Şubat sürecinde, Oslo görüşmeleri sebebiyle bürokrasideki bir klik Oslo görüşmeleri sebebiyle Başbakan Erdoğan'ı ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı hedef almıştı. Aradan bir yıl bile geçmemiş olmasına rağmen, Başbakan Erdoğan bir barış açılımı daha yapmaya hazırlanıyor. Bu fırsatın da heba edilmemesi noktasında, BDP'nin söylemleri ve fiilleri azami önem arz ediyor.
Yeni Şafak
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.