MİİLİYETÇİLİK MEVZUU
Ufuk Uras
20 Kasım 2012 Salı 06:20
Milliyetçilk kuramları konusunda devasa bir külliyat olduğunu biliyoruz. Solun konuya yakın ilgisi biliniyor, ama tamamlanmış bir kuramsal bütün de yok.
Zaten nihai ya da arı bir teori arayışının sonu fanatizmle bitiyor.
Hatırlarsak, Marx ve Engels’te ezen ulus -ezilen ulus ayrımı yok, ama daha çok devrimci uluslar- karşı devrimci uluslar, tarihi olan ve olmayan uluslar gibi ayrımlar olduğu malum.
Buna karşın, Bernstein’dan, Lenin’e Stalin’den, Bauer’e, Poulantzas’dan Gramsci’ye ve Luxemburg’a farklı yaklaşımlar ile zengin bir metinsel bütün önümüzde duruyor.
Ulusu oluşturan kriterler arasında olan dil, din, kültür, coğrafya, ekonomik ve politik birlik gibi unsurlar arasından birisi eksik kaldığında ulus tanımının yetersiz kalacağı gibi Stalin’in sert ayrımlarından çok, politik psikoloji ekseninde toplumların kendilerini nasıl hissettiği ve tarif ettiği önem taşıyor bugün.
Üstelik artık zamanımızda kültür, dil, din birliği yerine kültürel, dilsel, dinsel çoğulculuk devreye giriyor. Ortaklığı, “birlik”te aramak yerine, farklılığın zenginliğinde bulmanın daha demokratik bir yaklaşım olduğu kabul görüyor.
Ulusların politikleşmesi meselesi bu noktada önem taşıyor. Toplumlar kendini nasıl tarif ederlerse etsin, “ne yapalım bu elimizdeki sablona uymuyor” denemez.
Burjuvazinin iç pazar arayışı gibi süreçler ulusun oluşumunda önemli olduğundan, genellikle ulus burjuvaziyi yaratmıyor, burjuvazi ulusu yaratıyor.
Tabii ki, poiitikayı salt ekonomik çıkarların dışa vurumu ve politik aktörleri de sadece ekonomik olarak tanımlamak doğru değil.
“Kendinde şey” olarak bir ulustan bahsedemiyoruz. Bir toplumsal mücadelenin dışında, kendi başına bir ulus söz konusu değil.
Global kimlik, ulusal kültürel kimlik, etnik kimlik gibi hiyerarşiler uydurup halklara bunu dayanmanın geçerliliği yok.
Uluslararası ilişkiler alanında da entegrasyon teorilerinden geçilmiyor. Küreselleşme sürecinin ve uluslararası işbölümünün eşitsiz karakterine itiraz edenleri incelemeye yönelik bir disentegrasyon teorisi makbul görülmüyor .
Kendi ulusal kimliğini kültürel bir zeminde ele alıp, başkalarınkini etnik bir kimlik gibi bakan yaklaşımlar, Meclis anayasa uzlaşma komisyonunun tartışmalarına da yansıdı.
Kişi hak ve özgürlüklerin yanı sıra kolektif haklar konusunun anayasal teminatlarını yaratmaya rejim partilerimiz istekli gözükmüyor.
Ve burada bir mutabakat olmadığında, düğümün nasıl çözüleceği belli değil.
Mustafa Kemal, kaleme aldığı Yurttaşlık Bilgisi kitabında, ulusal birliği sağlayan faktörler arasında soy ve köken birliği de sayılıyor. (s.20)
Görünen o ki, 12 Eylül rejimiyle de perçinlenen bu Kemalist anlayıştan milim değişme söz konusu değil.
İletişim kurabilmek için kelimelerin anlamı konusunda mutabakat gerekiyor, Lacan, yanlış anlaşılmanın da iletişimin bir parçası olduğunu söylese de, bu saptama iletişimsizliğin ayyuka (gökyüzünün en yüksek noktası) çıktığı ülkemizde geçerli değil.
Yaşanan bütün kilitlenmenin arkasındaki temel mesele de bu zaten:
İnsanın dinini, dilini kültürünü, kimliğini özgürce, onuruyla yaşaması talebi mi şantaj, yoksa bu temel hakkın zor ve zulümle bastırılması mı?
Heterojen bir coğrafyanın homojenleştirilmesi mi, çoğulcu sosyolojik dokunun siyasete tercüme edilmesi midir temel ihtiyaç?
Norveç’teki seri katilin gözüyle ve gerekçeleriyle, bugün dünyaya bakmak mümkün mü?
Cevabını söyle, ne olduğunu söyleyeyim.
Not: Açlık grevlerinin bitirilmesi ve taleplerin duyurulmasında katkısı olan herkese teşekkür.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.