23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

MESELENİN RUHU

Etyen Mahçupyan

25 Ağustos 2011 Perşembe 02:50

Yaklaşık bir ay öncesine gidelim... Öcalan'ın 'barış komisyonu' kurulması konusunda hükümetle anlaştığını ve kendisinin de bu çalışmanın parçası olacağını ilan ettiği günlere.

Hükümet bu konuda hiçbir şey söylememiş, söz konusu komisyonun kurulmasını açıkça savunmasa da, gerçek olmadığını ilan etmeyerek dolaylı yoldan süreci sahiplendiğini ortaya koymuştu. Bu nötr bir tutum değildi... Çünkü 'nötr' kavramı beklentilerle bağlantılıdır ve Kürt meselesinde herhangi bir T.C. hükümetinin 'doğal' tavrının Öcalan'ı yalanlamak olması beklenir. Oysa AKP yönetimi sustu ve klasik devlet tavrının ötesine doğru bir adım attı. Medyadaki ortam son derece olumluydu. Herkes silahların susması yönünde yayın yapıyor, şahin tavrı ciddiye alınmıyordu. Eğer tam da o noktada ordu Kandil'e bomba yağdırsaydı, acaba bunu nasıl karşılardık? O zamana kadar hükümeti destekleyenler dahil hemen herkes bu eylemin barış sürecini sabote ettiğini, ayrıca ahlaken yanlış olduğunu söylemeyecek miydi? O noktadan sonra Kürtlerin bu devlete uzun süre güvenmeleri mümkün olmayacaktı ve kimse de Kürt siyasetçileri bu yüzden kınayamayacaktı. 

Gelelim yaşadığımız gerçeğe... Öcalan'ın açıklaması günlerinde PKK üç kişiyi kaçırdı ve hükümeti 'bir şeyler' yapması için tahrik etmeye çalıştı. Olmadı, yedi kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırı yaşandı. Aynı gün BDP tek taraflı 'demokratik özerklik' ilan etti ve nihayet Çukurca pususu yaşandı. Diğer bir deyişle PKK, barış sürecini sabote eden ve aynı zamanda ahlaken yanlış bir tutum sergiledi. Bu tutumun, hükümetin Öcalan'ın 'barış komisyonu' açıklamasından hemen sonra Kandil'i bombalamasından hiçbir farkı yok. Ne var ki hükümet bu yola girmedi... Ancak 'çözüm' isteyen, 'barış' peşinde olduğunu söyleyen Kürt siyaseti gözünü kırpmadan aylarca süren olumlu temasları berhava eden bu adımı atabildi. 

Bunun nedenleri üzerinde durulabilir. Büyük stratejilerin ardına gizlenerek içine düşülen ahlaki zaaf gizlenebilir. İsteyen tarihe dönerek Türk devletinin bugüne dek yaptığı uygulamaları yeniden gündeme getirerek Kürt siyasetini dokunulmaz kılmaya çalışabilir. Ya da AKP hükümetinin seçim sonrasında hiçbir reform adımı atmadığından dem vurabilir. Ama bu yaklaşımlar ahlaki zaafın derinleşmesinden başka bir şey ifade etmez. Çünkü söz konusu gerçekler şu an sergilenen siyasetin gerekçesi olamaz. Türk devletinin ne yaptığı, geçmişte olan biten belli... Kürtlerin kimliksel haklar konusunda tereddütsüz haklı oldukları açık. Ancak çözüm süreci ve zamanlama karşılıklı ve birbirini tamamlayan siyaset stratejilerini gerektirir. Kimin haklı olduğundan bağımsız olarak, eğer taraflardan biri çözüm istemiyorsa, hiçbir çatışmadan barış çıkmaz. 

Öcalan'ın 'barış komisyonu' açıklamasının hükümetçe sessizlikle karşılanması 'karşılıklı ve birbirini tamamlayan' bir yol haritasının mümkün olmakla kalmayıp, ilk taşının konduğunu gösteriyordu. Nitekim daha sonra bu haritanın Öcalan'ın ev hapsine çıkmasını ve daha faal olabilmesini de içerdiği anlaşıldı. Diğer bir deyişle Kürt siyasetinin zaten uzun zamandır istediği şey oluyordu ve 'devlet' kendisini buna hazırlamıştı. PKK eylemleri bu yol haritasının bilerek baltalanmasıdır. Ardında Öcalan'dan uzaklaşma veya Suriye'nin taşeronluğu türünden nedenler olabilir ama bunların hepsi meselenin 'ruhunu' es geçen açıklamalar. Çünkü görünür veya söylenebilir neden ne olursa olsun ortada ahlaki bir durum var ve meseleye 'ruhunu' veren de o: Kürt siyaseti Kürtlerin kültürel haklarını alabilmeleri ve kendi siyasi alternatiflerini üretebilmeleri için yürütülen bir mücadele. Kısacası özgürleşmenin sınırlarını genişletmeyi temel hedef olarak koyan, devlete baskıcı, otoriter tutumu nedeniyle karşı çıkan bir hareket. Yani evrensel bir doğruyu savunuyor ve o evrensel doğrunun ima ettiği haklardan mahrum olmasını siyasetinin gerekçesi yapıyor. Anlayışsız bir devletin varlığında bu siyasetin şiddete uzanmasının 'hoş görülmesinin' nedeni bu. Ancak söz konusu özgürlük alanını açmaya hazırlanan ve bizzat muhalif hareketin lideriyle uzlaşma arayan bir devletin varlığında, barışı baltalayan her girişim açıkça ahlaksızlıktır. Ve ahlaki zeminini yitiren bir muhalif hareket, çıkış noktasında ve halen ne denli haklı olursa olsun, 'ruhunu' da yitirir. Çünkü varlık nedenine aykırı hareket ederek, aslında o zamana kadarki mücadelesinin de sahte olduğu kanısını yaratır. 

Kürt siyaseti bugün kaygan bir zeminde irtifa kaybederek manen düşüyor. Kandil bombalamasının sonucu bunun yanında son derece önemsiz. Devletin yeniden şiddete dönmesini eleştirmek, daha yaratıcı ve demokrat bir çizgi tutturmasını istemek meşru... Ama sorun şu ki, PKK'nın bu siyasi adımı daha 'iyi' bir muhatap hak etmediğini gösteriyor. Kürt siyasetinin hızla ahlaki bir zemine dönmesi gerek ve maalesef henüz bu bilinci göremiyoruz...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.