MERYEM CEMİLE’NİN ÜLKESİ
Cihan Aktaş
05 Kasım 2012 Pazartesi 07:15
Doğduğun yer ve aileye ne kadar yabancılaşabilir, “Lâ”yı terennümü nereye kadar sürdürebilirsin...
Geçen hafta vefat eden 1934 doğumlu, Musevi asıllı Meryem Cemile, New York’u terk etmiş, ailesini, dinini; Pakistan’da yaşıyordu, 1962’den beri.
New York Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Margaret Marcus, geçirdiği hastalık yüzünden eğitimine iki yıl kadar ara verdiğinde, sürdürdüğü okumalarla İslam’ı tanıdı ve Müslümanlarla tanışmaya başladı. Aklıma her şeye yeni baştan başlama azminin yanı sıra bulunduğu adresten dünyanın dört bir tarafına uzanmayı başarmasıyla da Ayşe Şasa’yı getiren bir enerjisi var. Oysa onun yeni bir hayata açıldığı 1960’larda ne internet mevcut ne de cep telefonu. İslam’la ilgili araştırmalarının önüne getirdiği isimlerle yazışarak zihninde biriken sorulara cevap aramaya çalıştı; Müslüman olduğu için tamama ermedi soruları. Kahire’de tutuklu bulunan Seyyid Kutup’a mektuplar yazdı, Mevdudi ile yazışmaları ise üç yıl sürdü.
Bazen derin bir sıkıntı, bazen de zengin bir iç dünyası yüzünden kabuğuna sığmaz olabilir kişi. New York olumlu yanlarına karşılık genç Margaret’e iyi gelmedi. Yaygın mutluluk mitlerine ilişkin kuşku, geçerli başarı hedeflerine ulaşma konusunda duyulan isteksizlik, iyiliği ve güzelliği kabukta anlamaya zorlayan telakkiler konusunda sorular...
Belli ki insanın sadece insan olması hasebiyle değerli olduğu, el üstünde tutulduğu bir beldeye hicret etmekte olduğunu düşünüyordu. Ve belli ki kalabalıklar içinde yalnız olmak nedir, iyi biliyordu.
Büyük bir uçurumu aşarak mı Müslüman oldu, yoksa değişen sadece isimler miydi... Aslında o her zaman eksik kelimenin peşinde giden bir seyyah olarak yaşadı sanki, nihayet Lahor’da evlenip çoluk çocuğa karışsa da...
Önceki sene mayıs ayında Brooklyn civarında gezinirken aklıma düşmüştü adı. Bu semtin camisinde Müslüman olmuş. Caddede ilerlerken atkuyruklu saçları, etekleri ayak bileklerine kadar uzanan formaları, siyah kalın çoraplarıyla önümden geçen liseli Musevi genç kızlarda genç Margaret’ten çizgiler gördüm sanki. Manhattan’daki 5. Cadde nasıl Salinger’se, Brooklyn de başından geçen kentsel dönüşüme rağmen (Selby’den ziyade) zihninde ağırlaşan sorularla yalnızlaşmaya devam eden Meryem Cemile.
Bu nasıl bir kopma ve yeniden doğmaydı ki Pakistan’ın Lahor şehrine giden Meryem, bir daha hiç dönmedi doğup yetiştiği, ailesinin yaşadığı ülkeye...
Kendisiyle yapılan bir söyleşide 1962’den bu yana Pakistan’dan bir kez bile çıkmamış olmasının sebeplerini şöyle açıkladı: “Pakistan’a iki yıl boyunca mektuplaştığım Mevlana Mevdudi’nin davetiyle yerleştim. Bana yeni İslam’ı seçmiş biri olarak manevi desteğin yanı sıra Pakistan’da kalıcı bir ev verdi ve iyi bir eş bulmamda yardımcı oldu. Eşimin ailesiyle çok iyi ilişkilerimiz var. Başka bir yere gitmek istemedim, Amerika’da benim için hiçbir şey olmadığına ikna oldum. Pakistan hakkında ilk izlenimim çok iyi bir Müslüman ülke olmasıydı. Hayal kırıklığı ile birçok eksiklikler daha sonra geldi.” (Timetürk sitesi, 1 Kasım 2012)
Kendi kendini yeniden doğuracak kadar özgür bir ruhu olan Meryem Cemile’nin İslami tasavvurlarıyla Müslüman toplum arasındaki çelişkileri tesbit ettikçe hayal kırıklığına uğramasına rağmen Pakistan’da yaşamayı sürdürmesinin başlıca açıklaması, ideallerine uygun olarak kurduğu “aile” olarak görünüyor. Bu arada New York’ta tanıdığı iyilikler güzellikler, kişiliğini var eden nitelikler hiç mi kalmadı Meryem Cemile’nin içinde... Söhrab Sepehri şiirinin anlattığı gibi: Nereye giderse gitsin, bir iç zenginliğiyle gökyüzünü yanında taşıyabilir insan.
Aynı söyleşide Meryem Cemile’nin İsviçre kökenli Müslüman düşünür Frithjof Schuon’u eleştirirken dile getirdiği benim de kitaplarını yararlanarak okuyor olmam nedeniyle dikkatimden kaçmayan , düşünürün kadınlarla ilişkilerine (ve İslami kurallarla hiç ilgisi kurulamayacak şekilde alıp başını giden harem kurma örneklerine) dair şok edici eleştiriler, yazar ve okuyucu arasındaki bazen bir kâğıt inceliğinde azalan mesafenin zaman zaman nasıl uçuruma dönüşebileceğinin de bir açıklamasını sunuyor.
Bir düşünür büyün hayatı boyunca yekpare değil ve sizde bırakmış olduğun derin izle dünyanızda yer almaya devam ediyor.
Doğduğumuz topraklar ve kendimizi içinde bulduğumuz toplum bizi bir yandan beslerken bir yandan da asıl peşinde olmamız gereken sözü kavrama açısından bazen sevgisi bazen de kurallarıyla baskılayan bir engele dönüşüyor. Arayışımıza denk düşen cümleleriyle hayatımıza giren yazar da bir sonraki cümlesinde aynı şeyi yapamaz mı...
Kimisi boşluğa savrulmamak için ailesine tutunur, kimisine de tek kelime yeter. Sahip olduğu başlıca azık “Lâ”ydı rahmetli Meryem Cemile’nin, Lahor’a doğru yola çıkarken, Mevdudi isminin sunduğu güvenin yanında ve elbette elinden tutan, cümleler kurmayı sürdüreceğine inandıran öteki sağlam kelimeler. Doğduğu topraklara bir kez bile dönmeyen, buna ihtiyaç duymadığını söyleyen Meryem Hanım, beslendiği bir yazarı bütün eleştirilerine karşılık kütüphanesinden atmıyor, yararlandığı cümlelerinin hatırına... Bir olguya bir o taraftan bir de bu taraftan bakabilmeyi sağlayan zihinsel çeviklikle de kazanılıyor ruh özgürlüğü.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.