MEKTUP
Ahmet Altan-
08 Ekim 2011 Cumartesi 11:15
PKK’nın Kandil’deki lideri Murat Karayılan bugün bizim konuğumuz.
Uzun bir mektup yazmış, olduğu gibi yayımlıyoruz.
Kendisini konuk ettiğimiz için “törelerimiz” gereği saygılı bir konuğa hak ettiği saygıyı gösterip “öyle diyorsun ama aslı böyle” türünden bir tartışmaya en azından bugünlük girmeyeceğiz.
Bugün Karayılan’ın günü olsun, onun söylediklerini, görüşlerini, eleştirilerini, PKK’ya yönelik eleştiriler karşısındaki savunmalarını okuyun.
Karayılan mektubunda önemli şeyler söylüyor ama bana sorarsanız bizatihi o mektubun kendisi, böyle bir mektubun gönderilmiş olması, içinde yazılanlardan da önemli.
Mektup benim adıma geldi ama ben mektubun ilk muhatabının öncelikle Kürt halkı olduğunu düşünüyorum.
İkinci muhatabı Türk halkı, üçüncü muhatabı da devlet.
Burada can alıcı soru şu, neden PKK lideri bu kadar uzun bir mektup yazarak örgütünün son dönemde “savaşı kışkırtan” taraf olmadığını açıklama zorunluluğunu hissetti?
Biz gazete olarak Reşadiye baskınından bu yana PKK’yı kıyasıya eleştiriyoruz, “Neden açılıma yardımcı olmuyor, engellemeye çalışıyorsunuz” diye soruyoruz, PKK’lılar bazen saygı sınırlarının dışına çıkan üsluplarla bu eleştirilere cevap veriyor, genellikle de kendi pozisyonlarını açıklama yerine bizi suçlamayı tercih ediyorlar.
Güneydoğu’da Taraf’a ambargo koymaya uğraşıyorlar.
Bizim gazetenin Kürt halkının bütün haklarına sahip çıktığı, bu hakların “onurlu bir barışla” sağlanması için bir gazetenin yapabileceği her şeyi yaptığı, Kürtlerin karşılaştığı her haksızlıkta sesini yükselttiği Kürt halkı tarafından bilinen bir gerçek, PKK ise Kürtlerin efsane örgütü, bu mücadelede büyük can kayıpları yaşamış ve Kürtlerin Türkler karşısında tek güvencesi haline gelmiş.
İkimizin arasındaki çatışmayı Kürtlerin büyük bir çoğunluğu sessizce izledi.
Bu sessizlik Silvan baskınından sonra yaşanan gelişmelerle kırıldı.
Kürt halkı belki de ilk kez böylesine yüksek bir sesle PKK’nın stratejisini, eylemlerini ve siyasetini sorgulamaya başladı.
Karayılan şimdi bu eleştirilere cevap veriyor.
“Savaşa ve silaha âşık değiliz” demesi, barışı engelleyen tarafın kendilerinin olmadığını anlatmaya çalışması, bence çok ciddiye alınması gereken bir gelişme.
Birincisi, PKK da artık “Kürt realitesini” kabul ediyor bence, Kürt halkının körü körüne bir itaat anlayışını terk ettiğini, PKK da dâhil herkesi ve her şeyi sorgulayacak bir olgunluğa kavuştuğunu görüyor, onun için de kendi halkına açıklamalar yapıyor.
Bu, Kürt siyasetinde ve demokratikleşmesinde tarihî bir dönemeç bence.
Her siyasi hareket gibi PKK’nın da “hesap vereceği” bir kitlesinin olduğunu fark etmesi, onun bundan sonraki eylemlerinde ve stratejisinde çok etkili olacaktır diye umut ediyorum.
Çünkü Kürt halkı, hayatın gerçeklerini PKK yönetiminden daha iyi görüyor ve aralarında böyle bir ilişki başladığında PKK’nın daha gerçekçi bir çizgide yol almasına çok yardımcı olacaktır.
Karayılan bu söylediğimi bir kabalık olarak görmesin, dostane bir hatırlatma bu, ben bunu kendi tecrübelerimden biliyorum, özellikle Kürdistan’da karşılaştığım birçok PKK’lı benden konuştuğumuz gerçekleri “dağdakilere” de anlatmamı rica etmişti.
İkincisi, Karayılan “kitleyle doğrudan” bir ilişki kurarken “barışı” savunan bir pozisyon alıyor, bu da, özellikle Silvan’dan sonra “kitlenin” sesini Kandil’e duyurabildiğinin ve bu insanların “barış” isteğinin Kandil tarafından fark edildiğinin işareti.
Bunu da çok ciddi bir gelişme olarak görüyorum.
Biliyorum Türk ordusu ile PKK arasında kurulan her benzerlik iki tarafı da rencide ediyor ve bundan alınıyorlar ama her şeyi bir yana bıraksak da otuz yıllık bir savaşın iki güce de verdiği bir “silah iktidarı” var, ordu bu iktidarından vazgeçmek zorunda kaldı, halkın varlığını ve ağırlığını kabul etti, şimdi PKK’nın da aynı yolda olduğunu ümit etmemi sağlıyor bu mektup.
Karayılan’ın mektubunu, iki halka da seslenme imkânına sahip tek gazete olan Taraf’a göndermesi, onun Kürt halkının yanı sıra Türk halkına da sesini duyurmak istediğini gösteriyor bence, Türklerin de sadece PKK’yı suçlamamasını, hükümeti de eleştirmesini talep ediyor.
Bütün bunlardan dolayı bu mektubun “içeriğinden” daha da fazla “gönderilmiş” olması beni barış için umutlandırdı, devletin ve hükümetin de bu mektubu ciddiyetle okuyup bundan bir sonuç çıkarması gerektiğine inanıyorum.
Karayılan, mektubunun sonunda bana “çalışmalarımda” başarılar diliyor, ben ona ne yazık ki “çalışmalarında” başarılar dileyemeyeceğim, ben o “çalışmaların” biteceği günü özleyerek yaşıyorum.
Ama yaşı bana yakın olan Karayılan’la ikimiz için bir şey dilemem gerekirse, dünyanın önemli merkezlerinden biri olmuş Diyarbakır’da, Kürt gençlerinin barış içinde özgürce dolaştığı sokakların birinde onları gülümseyerek seyredip, mırra içerek yaşlılığın dertlerinden yakındığımız bir günü yaşayabilmemizi dilerim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.