MEĞER SORUN YÖNETİMDEYMİŞ
Etyen Mahçupyan
20 Aralık 2016 Salı 10:21
Ekonomik verilerin takibi, hesaplanması ve sunumunda Avrupa Hesaplar Sistemi’ne geçen Türkiye ilk sonuçları kamuoyuna sundu ve böylece birçok bilgimizin gerçeği yansıtmadığını öğrenmiş olduk. Bunun nedeni ekonomiye şimdi daha geniş ve derinlikli bakıyor olmamız ve ayrıca tanımlamaları da değiştirmemiz. Şöyle düşünebiliriz… Bir resme bakarken hem ışık fazlalaşıp daha geniş bir alanı aydınlatıyor hem de gözümüzde detayları ayırt etmeyi sağlayan bir gözlük var.
Yeni ekonomik veri serilerine göre, meğerse tasarrufların ve yatırımların yetersiz olduğu bulgusu doğru değilmiş. Dolayısıyla dış finansman ihtiyacımız sanıldığından daha azmış. Ayrıca büyüme oranımız da bilinenden daha fazlaymış ve hızlı büyüme 2011 sonrasında da devam etmiş. Buna karşılık şu an itibarıyla bizim sandığımızdan çok daha hızlı küçülme tehlikesi ile karşı karşıya imişiz…
***
Bugünün sorusu artık şöyle: Tasarruf ve yatırımlar yüzde 24 civarında olduğuna ve AK Parti’nin geçmiş başarılı ekonomi yönetiminin yarattığı ivme devam ettiğine göre, 2016 üçüncü çeyreğindeki yüzde 1,8’lik küçülmeyi nasıl açıklayabiliriz? Geçmişte imkanlarımızın az olduğunu ama olabildiğince doğru kullandığımızı varsayıyorduk. Yanlışmış... Yeni bulgular şunu söylüyor: İmkanlarımız çok ama biz yanlış kullanıyoruz. Sanayileşme değil, ‘yapılaşma’ yönünde gittiğimiz için. Aksi halde bu tasarruf oranıyla küçülmeye geçmemiz mümkün olmazdı…
Öte yandan varılacak sonuç fazla değişmiyor. Türkiye’de yıkıcı bir kriz tehlikesi yok ama ‘kronik yumuşak kriz’ tehlikesi giderek artıyor. Eskiden sebebinin toplumsal ve yapısal olduğunu düşünürdük. Meğer asıl sebep devletmiş. Eskiden devletin toplumsal eksikliği doğru telafi etmesini önerirdik. Şimdi bizzat kamu yönetiminin doğru yapılmasının ve sınırlarının doğru çizilmesinin ne kadar hayati olduğunu anladık. Aslında iş kolaylaştı… Toplumsal bir alışkanlık meselesini kolayca çözemezsiniz ama devletin doğru yönetilmesini birkaç ciddi adım sayesinde hızla hayata geçirebilirsiniz.
***
Bunun için gerekli iki koşul var. Sorunun samimiyetle tespiti ve gereğinin yapılmasına yönelik niyet ve iradeye sahip olunması… Ne var ki her iki konuda da zaaf yaşanıyor. Örneğin son dönem dolardaki yükselişin nedenlerini sayan bir Başbakan Yardımcısı FETÖ’yü, Avrupa Parlamentosu kararını, Rus turistleri ve IŞİD’i sayabiliyor ama hükümetin politikasının etkisinden bihaber olabiliyor. Daha yetkili ağızlar kurdaki yükselişin ‘elle tutulur ciddi iktisadi karşılığı’ olmadığını ve olayın ‘belirli mahfiller tarafından pompalanan olumsuz havanın yol açtığı suni bir yükselişten’ ibaret olduğunu söyleyebiliyor. Hükümet yanlısı medya ise ABD’nin tek derdinin Türkiye ile uğraşmak olduğunu ve sırf bu nedenle doları hareketlendirdiğini ileri sürecek kadar ayakları havada, ideolojik gezintisine devam ediyor.
Gerçek maalesef bu değil. TL dolar karşısında ortalama yüzde 15 kaybederken, neredeyse bütün diğer paralar karşısında da yüzde 10 kaybetti. Çünkü ekonominin tıkandığı ve küçülmenin geldiği belliydi. Yapılması gerekenler de belliydi… Bu ortamda faiz seviyesine takılıp kalan, üstelik Merkez Bankası üzerinden bunu regüle ederek çare bulmayı hesaplayan bir ekonomi anlayışının ise, tümüyle irrasyonel olduğu açıktı.
***
Hükümetin gerçekliği anlama yeteneği olmayan ideolojilerden kendini kurtararak defalarca söylediğimiz reformlara el atması, bunları gerçekleştirebilecek kurumları yetkilendirmesi ve söz konusu programa sahip çıkması lazım. Mesele öngörülebilirlik sağlayacak bir hukuk altyapısının oluşturulmasıdır. Şu an için Türkiye o konumdan hızla uzaklaşıyor ve ‘cumhurbaşkanlığı sistemi’ bu durumu daha da kötüye götürmeye aday.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.