MEDENİYETLER DİYALOGU/YENİLGİDEN DÖNERKEN
Fatma Barbarosoğlu
12 Aralık 2011 Pazartesi 08:50
Bir Pendik akşamı. Akşam yanlış oldu. Gecenin bir vakti. Ne okuyalım diyenlerin aceleci sorularına henüz cevap vermiştim. Ne okuyalım sorusundan önce nasıl okuyalım sorusuna cevap aramalıyız demiştim, "Sizin gibi zihnimizin berrak olması için neler okumamız gerekiyor" diye soran nur yüzlü imam hatip delikanlısına.
İyi bir sosyolog olmamız için ne okumalıyız diye sabırsızca araya girmişti 30- 35 yaşlarındaki kıvırcık saçlı adam, ben imam-hatipli gence nasıl'ın yolunu tarif ederken. Tahsiliniz diye sordum bisiklet yaka kazağının kollarını dirseklerine kadar sıyırmış olan kıvırcık saçlı adama.
Nereli olduğunu sormadım. Adım kadar emindim Kuzey'in çocuğu olduğuna.
Lise mezunuyum dedi iki kitap okuyarak sosyolog olunacağını sanan Kuzey'in oğlu. Bakın dedim lakin getiremedim cümlenin arkasını. o sırada dirseğine kadar kolunu sıvamış olan kıvırcık saçlı adamdan daha çok sesime ve bedenime hançer niyetine göz atan kızların varlığı, kelimelerimin yolunu kesti ansızın. Bakın dedim tekrar gözlerim kızlara takılı. Bana hangi anatomi kitaplarını okursam doktor olabilirim sorusunu sormayacağınız gibi, hangi kitabı okursam sosyolog olabilirim sorusunu da sormamanız gerekiyor. Önce sorularda anlaşalım.
Tamam dedi kolları sıvalı Kuzey'in oğlu. Ne okuyayım siz onu söyleyin. Okuduğunuz kitabın size ne vaat etmesini istiyorsunuz dedim sabırla. Kitaplar ilaçlar gibidir. Kime ne tavsiye edeceğinizi bilmez iseniz muhatabınıza büyük zarar verirsiniz.
Hayatı anlamak istiyorum dedi kıvırcık saçlı aceleci Kuzey'in oğlu. Tamam dedim. Size bir kitap önereceğim. Kitap tavsiyesi bekleyen diğerleri de kağıdı kalemi çıkardılar derhal. Türkçe öğretmeni olarak atamasını bekleyen şair delikanlı, zihnini berraklaştırmak isteyen imam-hatipli delikanlı, teknik okudum ama ruhumu eğitmek istiyorum diyen yorgun adam. Hepsi çıkardı kalemini. Garaudy'nun Medeniyetler Diyaloğu'nu okuyun dedim. Size bir ay müddet. Yavaş yavaş ve döne döne okuyun. Bir ay sonra burada tekrar buluştuğumuzda nasıl okuduğunuzun izini süreriz.
II-
Kiminle nerede karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. Elimde süt yoğurt kapları. Lahana almak için tezgâhın başında bekliyorum. Bir genç kız gülüşüne güller kurban bir edada: "Sizi çok bekledik geçen gece dedi. Ama yanlış kapıda beklemişiz. Siz öbür kapıdan çıkıp gitmişsiniz..."
Hayırdır dedim bir taraftan kızın ağzından çıkacak sözlere kulağım ayarlı. Bir taraftan o koca lahananın yarısını almak istediğimi söylemeye çalışıyorum satıcıya. Bir türlü anlaşamıyoruz. Lahana iki lira. İki lira vereceğim ama yarısını alacağım. Yarısını isteyen birine verirsin diyorum. Bize fazla gelir bir top. Ben aldığım lahananın yarısını bırakmaya uğraşırken gayet iyi giyimli bir kadın tezgâhtan bir muz alıp, hakkını helal et diyerek uzaklaşıyor. Adamın helal edip etmediğini umursadığından değil. Civardaki okullardan birinde öğretmen olmalı. Çalmadım, bak aldım ve gidiyorum diyor.
Satıcının yüzündeki ifade. Ah o ifade. Kadının arkasından koşup yarısına kadar ısırdığı muzu elinden almak istiyorum. Ben hangi cümle bu adamı teselli eder, hakkını aramaya ikna eder diye düşünürken bu defa bir genç kız iki avucuna ikişer tane mandalina sıkıştırmış gidiyor. Mandalina aldım bak. Geçen gün de almıştım. Çok güzeldi. Helal et.
Adamın yüzü yerde. Bakmaya utanıyor. Tezgâhını tarumar eden bu kadınlardan utanıyor. Helal et diye diye ailesinin rızkını gasp eden kadınlardan, Mardinli bu adam utanıyor. Utancından gözünü yerden kaldıramıyor. Mağdurun, mağrur yüzüne söyleyecek kelime bulamıyorum.
Neden sonra, bu kadınların tezgâhını sömürmelerine izin verme diyorum seyyar satıcıya. Mahcup boynunu büküyor. Ben konuştukça konuşuyorum.
Aramızda dağlar denizler, bir hayal olarak oğlum geliyor. Anne hâlâ mı korsan konferans!
Hayat bana bunu bahşetti ey oğul! Şikâyet niyetine değil hikâyet niyetine. Değil çalışma ofisi kendime ait bir odam bile olmadı bildiğin gibi. Değil kendine ait bir oda, kendime ait bir masam bile olmadı. Gündelik hayatın her köşesini Rabbim kürsü niyetine karşıma çıkarıyorsa suçlusu ben miyim ey oğul.
III-
Ansızın oğlumla karşılaşmış da kendimi ona izah edercesine cümleler kurduğum sırada, gülüşüne güller kurban kız ardımdan yetişti. Yüklerinizi taşımaya yardım edeyim hocam dedi. Yolun ne tarafa dedim. İstikametlerimiz tersti. Hocam dedi yüklerinizi vermiyorsunuz. Elinizde yüklerle sizi yoruyorum ama... Yok dedim. Yorgunluktan değil titreyişim, hasretten. Bu yağmurlu sabaha hasreti kavi bir anne olarak karıştım.
Tez hazırlıyorum dedi. Tarihi romanlara dair. Siz ne düşünüyorsunuz. Benim ne düşündüğümden daha önemli şu satırlar dedim. Poşetleri yere koydum yavaşça. Bir haftadır markete giderken bile yanımda taşıdığım kitabı çıkardım: Yenilgiden Dönerken
Alış-veriş için sokağa çıkmadan önce okuduğum satırlara buyur ettim genç kızı. Tarih eğitimi almış yazarın "tarihe imansızlığı" üzerinden akan satırlarına. Kız okudukça şaşırdı. Rüzgâra rağmen alnında boncuk boncuk terler birikti. Kendisini terleten cümleyi yüksek sesle okudu: "En çok acı çeken çocukların muhafazakârların çocukları olmasının bir sebebi de budur." Bir kere daha tekrarladı cümleyi. Bir kere daha. Bir kaç tane minibüs durdu bekledi bizi. Hayır, niyetine kaldırdım başımı. İnat ettiler eninde sonunda minibüse bineceğimden emin bir edada.
Siz ne düşünüyorsunuz dedi gülüşü acı bir meraka evrilmiş olan genç kız. Benim ne düşündüğümün önemi yok dedim. Bu cümle sana mihmandarlık edecek mi?
Ayrıldık.
Eve döndüğümde yemek yapacak dermanım yoktu. "Yenilgiden Dönerken". Ne ki "yenilgiden" dönemedim henüz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.