MAVİ MARMARA’YA PARTİZAN GÖMLEĞİ BİÇMEK...
Nihal Bengisu Karaca
11 Haziran 2010 Cuma 17:48
İNSANLIĞIN vicdan ayarının çoktan bozulmuş olduğu gerçeğini gizleyen perdeler vardı; Mavi Marmara gemisi o perdeleri gürültülü biçimde yırttı. Dolayısıyla acı büyük, sancı derin.
Uluslararası sularda seyrederken, ses ve sis bombalarıyla yaralanan ve provoke edilen gemi ahalisinin dehşet içinde canlı kalkan oluşturup gemiye asker almamaya çalışması ve bu arada İsrailli askerlere zarar vermesi çılgın analizlere konu oluyor. Ama “akıl” kazanılmış bir hak gibi, Mavi Marmara’yı tukaka etmek isteyenlerin yedeğinde. İnsanlar acılarına teskin babında “şehit oldular”ın sularına seğirtip orada teselli olacaklar, ona da izin yok: “Bu ne cüret, şehit olmak ne haddinize?” anlayışı dalga dalga yayılıp, İsrailli askerleri masum, ölenleri suçlu hale getiren bir gözbağcıya dönüştü.
Mavi Marmara’nın eylemine itiraz edenler, gerçekte neye kızgınlar; bu olaydan büyük sonuçlar çıkmamasına mı, çıkmasına mı, o da belli değil. Hem “bakın ülkeyi savaşa sokacak büyük bir olay bu” diyorlar, hem de “sonuç ne oldu, koca bir sıfır” deyip duruyorlar. Zaman zaman iş, ölenlerin İslamcılığının Türk vatandaşı olma hasletlerinin önüne geçtiğini, dolayısıyla “devlet niye bu İslamcılardan sorumlu olacakmış ki”- yi, demeye getirmeye kadar varıyor.
Başından beri anlaşılamayan bir durum var: Şehit olmanın göze alınması, bir yola canını yitirmeyi de göze alarak çıkmak ayrı şey, bunun başa geleceğinin zaten bilinmesi, ayrı şey. Entelijensiyamız, sırtına bebeğini bağlayarak Etiyopya gezisine çıkan yalnız bekâr bir anneyi anlayabilir, ah ne tatlı diyerek tebrik bile edebilirdi. Ne yazık ki aynı entelijensiyamızın kitabında benzeri bir riski, kendi kişisel buhranlarını aşmak için değil de, daha büyük bir mesele adına almayı anlayabilmeyi mümkün kılan bir kod yok! O yüzden ikinci ihtimale sardırmak kolay görünüyor. Gemiye binenlerin ölümlerinin en başından planlandığını ha söylediler ha söyleyecekler. ¡
Olaylar, Türkiye’nin Erdoğan-Davutoğlu ikilisiyle geliştirdiği yeni dış politika vizyonu açısından tetikleyici ya da o vizyonun yeniden tartışılmasını gerektiren bir vesile halini almış olabilir. Bu ayrı bir şey, yardım gemisine binenlere ve hayatını kaybedenlere “partizan- intihar bombacısı” muamelesi yapmak ayrı şey. Dahası bir yandan bunu yapıp bir yandan hükümet tarafından pusuya düşürüldüklerini ima etmek epey ayrı bir şey. Milletvekillerinin son anda gemiye binmekten vazgeçmeleri gerekçe gösteriliyor, malum.
Bir neden arandığı zaman akla en yakın gelen, ilk ihtimale bakmaktır öyle değil mi? Milletvekilleri gemiye binmediler çünkü, Filistin’e Yol Açık eyleminde Mısır’a giden milletvekilleri ağır şekilde eleştirilmişti. Eyleme katılmaları sorun olmuştu, şimdi katılmamaları sorun!
Aynı hatayı yapmamak, eylemin “bağımsız” niteliğine gölge düşürmemek için gemiye binmemiş olamazlar mı? Ayrıca “romantik”, “duygusal” olmakla suçlanan eylemcilerin bu kadar “çılgınca” ve “meczupça” bir saldırıyla karşılaşacağını sahiden ummamış olamazlar mı? Ne de olsa geminin her milletten insanla dolu olması gibi caydırıcı bir etken vardı. Ne de olsa, daha yakın zamanda İsrail’e yapılmış olan bir OECD jesti vardı!
Hırsızın hiç mi günahı yok safhasını çoktan geçmemiz gerekirdi. Ama görünen o ki, İsrail’e tanınan “O zaten hırsız, o zaten katil, o zaten mazur!” kayırması nedeniyle daha o safhaya bile gelememişiz. Kötü haber şu ki, bu kayırma ve pamuklara sarma tavrı devam ettiği sürece kaçınılmaz olarak artacak olan şey, haklı olarak korkulan antisemitizmin dalga boyudur. Tek bir İsrailli askerin ölmediği bir olayda, ölen Türkiyeli vatandaşları haksız çıkaran bir bakış, mevzuyu İsrail-Gazze hattından çıkarır, kitleleri “bu Yahudiler o kadar güçlü ki, vicdanları bile ele geçirebiliyorlar” mitine sevk eder. Yangına odun taşıyan anlayış, daha ilk günden haksıza haksızsın demekten geri duran anlayıştır, Kudüs ağlarsa, İstanbul ağlar söylemini tartışanlar, biraz da bunu tartışsalar iyi olur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.