30 Ekim 2024
  • İstanbul16°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin14°C

"MASUM DEĞİLİZ HİÇBİRİMİZ"

Hilal Kaplan

29 Temmuz 2011 Cuma 10:00

Geçtiğimiz hafta dünyanın en müreffeh ve güvenli ülkelerinden biri olarak bilinen Norveç'te, Anders Behring Breivik, 74 kişiyi öldürdü, 94 kişiyi yaraladı. 

Katliamın ardından bu insan müsveddesine ilham veren Avrupa ve Amerika'daki tüm sağ parti liderleri ve düşünürleri nedense aynı koroda buluştu: "Münferit". Breivik'i kimi "deli bir adam", kimi "yalnız bir ahmak"olarak tanımladı. Hâlbuki Breivik, kes-yapıştır ürünü olan o nefret dolu 'manifestosu'nda hiç de yalnız olmadığını, onları oldukça sık ve hayırla yâd ederek göstermişti. 

Gemiyi azıya alanlarsa bir adım daha ileri gidip, "Norveç'in 11 Eylül'ü" olarak yutturamadıkları bu meşum hadiseden yine Müslümanları sorumlu tutuyorlar. Örneğin Marine Le Pen'in siyasî danışmanlarından Laurent Ozon bu toplu katliamın ardında yatan nedeni "göç patlaması" olarak tanımlarken, Fransa'daki iktidar partisi UMP'nin milletvekili Lionnel Luca ise "Avrupa'daki ırkçılığın sorumlusu İslâmcılık" diyebiliyor. Ah şu Müslümanlar olmasa da, Avrupalılar tüm dünyaya ne kadar hoşgörülü, aydınlanmış, ileri, yüksek eğitim sahibi, seçkin ve seçilmiş bir topluluk olduklarını gösterebilseler... 

En yaratıcı yorumsa Avrupa'da faşizmin yükselen ayak seslerinin en somut kanıtlarından olan Hollanda'daki "Özgürlük Partisi" lideri Geert Wilders'tan geldi. Wilders, "Biz özde demokratız" ("democrat at heart") dediği açıklamasında, katille amaçları aynı olsa da metodlarının farklı olduğuna dikkat çektikten sonra "Kimse bizi özgürlük sevdalısı İslâm karşıtı ideallerimizden vazgeçiremez" demiş. Son cümledeki "İslâm" kelimesini "Yahudi" kelimesiyle değiştirdiğinizde karşımıza "özgürlük sevdalısı" bir Nazinin çıkıyor olması tesadüf değil elbette. Zira Avrupa'nın "yeni Yahudileri" artık Müslümanlar. Ötekileştirmeye dayalı yüzyıllık kültürel mirası biraz çokkültürcülük az buçuk çoğulculuk ve tolerans söylemiyle tedavi edemeyen Avrupa'nın kronik hastalığı yeniden su yüzüne çıkıyor. Avrupa, Breivik'in önlerine dayadığı soruya yanlış cevabı vermeye ve onun temsil ettiği nefret ideolojisini normalleştirmeye, meşrulaştırmaya ve hatta makbulleştirmeye devam ediyor. 

Her ne kadar bazı liberal yazarlarımız Breivik'i "yeni çağı ve değerlerini" okuyamamakla itham etse de Breivik en doğru okumayı yaptığını bu lider ve düşünürler üzerinden bize bir kez daha gösteriyor. Angela Merkel'in "Çokkültürlülük başarısızlığa uğramıştır" beyanatıyla Müslümanları "başarısızlıkla" suçlayıp hedefe oturttuğu açıklamasının yankıları hâlâ kulaklarımızda. Nicolas Sarkozy'nin 'peçenin altına' saklamaya çalıştığı İslâm düşmanlığını meşrulaştıran açıklamaları da... 

Norveç'te gerçekleşen bu katliamın Avrupa tarihinde bir "dönüm noktası" teşkil edip etmeyeceği, Avrupalı devlet görevlileri ve düşünürlerinin bundan sonraki açıklama ve tutumlarına bağlı. Ancak çok da iyimser olunacak bir tabloyla karşı karşıya olmadığımız sanırım aşikâr. 

Bir Müslüman olarak, Avrupa'daki İslâmofobikler ve onların Türkiye'deki muadillerine söverek bu yazıyı bitirmeye gönlüm el vermiyor. Çünkü bu satırları, bir nefret suçunu, medyanın ve devlet görevlilerinin azmettirmesi ve takdiriyle taçlandıran bir ülkede yazdığımın farkındayım. O yüzden iğneyi kendine batırmaktan korkmayanlar, Norveç'te olanları düşünürlerken akıllarının bir köşesinde de Hrant Dink'in katline "münferit hadise" diyenleri, "Türkiye Türklerindir" propagandasını yayanları, katille empati kuranları, onunla yan yana "anı fotoğrafları" çektirenleri, katil ve suç ortaklarına türkü yazıp söyleyenleri, o katilin ideolojisi paylaşanları bulundursalar hiç fena olmaz. Fena olmaz zira "esas dava"nın hâlâ sonuçlanmadığı bir nefret cinayetinin yükü hepimizin omuzlarında. 

Masum değiliz, hiçbirimiz... 

Not: Nuray Mert ve Ece Temelkuran'ın Kürt meselesi eksenindeki fikirsel dönüşümünü sorguladığım yazılar yazdım. Nuray Mert sözlerinin ve duruşunun sorumluluğunu alan bir yazarın yapması gerektiği gibi cevap verdi, vermeye devam edecek. Ece Temelkuran ise ısrarla "mağdure" rolüne bürünüp, karşılıklı bir çay içmişliğimiz yokken sanki arkadaşmışız da yollarımız ayrılmış gibi dramatik çabalar sarfederek tartışmadan kaçmaya çalışıyor. 

Ece Hanım, bana layık gördüğünüz gibi sizi inancınızla vurmaya çalışmadım, haddimi bilirim. Neticede anlattığım sizin hikâyeniz, ayna tuttuğum sizin arşivinizdir. Dolayısıyla yüzleşmekten kaçtığınız da aslında kendi geçmişinizdir. Gerisini siz bilirsiniz. Takdir okuyucularındır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.