MARKSİST POLİTİKA TEORİSİ
Murat Belge
11 Eylül 2011 Pazar 09:31
Dünkü yazımda Marksistler arasında bir hayli yaygın olan “kriz avcılığı” diye adlandırdığım tavırdan söz ediyordum. Bu aslında, kökleri derinlere ulaşan bir tavır ve genel Marksist teoride bunu böyle yapan özellikler var.
Marx, Hegel’den aldığı “çelişki” kavramını hayatın tamamını açıklayan bir olgu olarak işledi. Önünde duran en önemli teorik nesne olan kapitalizmi incelerken de bu kavramı işin içine sokmaması mümkün değildi. Marx, kapitalizmin kendi içinde barındırdığı çelişkilerin onun kendi mezar kazıcısı olduğunu düşündü ve yazdı. Onun bu yaklaşımının yanlış olduğunu söyleyebilir miyiz? Şu anda, epey üst noktalarda bir “soyutlama düzeyi”nde konuşuyoruz ve bu soyutluk derecesinde Marx’ın bu tesbitinin doğru olduğunu düşünüyorum. Nitekim somut tarih içindeki olgulara baktığımızda, Marx’ın bu tesbitini olumlayan veya pekiştiren çok fazla örnek görüyoruz. “Laissez faire” gibi kapitalizme özgü bir ideolojinin kapitalist tekelleşme eğilimi ile yan yana varolabilmesinden başlayıp pek çok çelişki sayabiliriz.
Ancak, gene somut tarihe baktığımızda, oradaki somut akışın Marx’ın bu tesbitlerine pek fazla uymadığını da görüyoruz. Bunlar hep söylenen, dolayısıyla bildiğimiz ve birkaç kere olsun tartıştığımız konular. “İçsel çelişki” tesbiti doğruysa, kapitalizmin gelişkinliği ile çelişkinin yıkıcılığı arasında bir orantı olmalı; dolayısıyla, Marx’ın kendisinin inandığı gibi, sistemin çöküşü, en fazla gelişip olgunlaştığı yerde, Britanya’da, Amerika’da, Almanya’da, böyle bir “ileri kapitalist” zeminde gerçekleşmeli. Ve gene hepimizin bildiği gibi böyle olmadı. İlk büyük devrimin Rusya’da gerçekleşmesinde kapitalizmin iç çelişkilerinden önce savaş ortamının getirdiği, dolayısıyla “konjonktürel” dediğimiz türden olgular belirleyici oldu. Bu ilk örneği izleyen öteki olaylar da bu şekilde başlayan örüntüyü değiştirmedi.
Özetlemeye çalıştığım bu durumun Marksistler üzerinde bir sonucu ya da etkisi, politika alanındaki büyük boşluk oldu. Marx Kapital’i yazdı ve yazmaya devam etti. Üç cilt Kapital, üç cilt “Artık Değer Teorileri” vb. Bunların yanında yalnız (çok parlak ama incecik) Brumaire ve Fransa’da İç Savaş!
Marksizm’in siyaset teorisini de Marx’ın kendisinin mi kurması gerekiyordu? Aslında gerekmiyordu tabii. Bir insandan ne kadar iş beklenebilir? Ayrıca, somut hayat içinde, Marksistler durmadan siyaset yaptılar. Bunlardan çıkardıkları bazı sonuçları kitaplaştırmayı da ihmal etmediler. Özellikle Mao böyle çok metin üretmiştir. Ama bunlar özgül bir ülkede (toplumsal ortamda) yaşanmış özgül bir siyasi pratiğin içinden süzülmüş değerlendirmelerdir. Genel bir teori karakterine sahip değillerdir.
Gerek Marx, gerekse Engels, sosyalist siyaset içinde varolan insanlarla tanıştıkça, ilişkilerini ilerlettikçe, “altyapı üstyapıyı belirler” genellemesinin bazı abartılı yorumlarının ne kadar yanıltıcı, hattâ tehlikeli olduğunu gördüler ve uyarıda bulundular. Her şeyi bir “altyapı” indirgemeciliği içinde görmenin yanlışlığını vurguladılar. Ama bu türden sözleri de mektuplarında, konuşmalarında kaldı. Sonuçta, Marksizm literatüründe, “ekonomizm” diye bir kavram vardır. Bu, bir “sapma” olarak nitelenir, dolayısıyla bir “yanlış eğilim”in adıdır. “Yanlış”tır, iyi de, tartışması hiç bitmediğine göre, demek ki inatçı bir yanlıştır.
Bu boşluk bugün de var. Siyasetin “özne”si konusunda kafamız hâlâ karışık. Her şeyi açıkladığını düşündüğümüz “çelişki” kavramı açmaktan çok kapamaya yarıyor. Sözgelişi “küçük burjuva” dediğimiz kategori inanılmaz bir karışıklık ve bulanıklıkla yüklü.
Böyle saymakla bitmeyecek sorunlar var.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.